English    Türkçe    فارسی   

4
964-988

  • چون شنید از سنگها پیر این سخن ** پس عصا انداخت آن پیر کهن
  • O güngörmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı.
  • پس ز لرزه و خوف و بیم آن ندا ** پیر دندانها به هم بر می‌زدی 965
  • Titremeye başladı... o seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu.
  • آنچنان که اندر زمستان مرد عور ** او همی لرزید و می‌گفت ای ثبور
  • Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “Eyvahlar olsun, helâk olduk” demekteydi.
  • چون در آن حالت بدید او پیر را ** زان عجب گم کرد زن تدبیر را
  • Halime ihtiyarın bu halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu.
  • گفت پیر اگر چه من در محنتم ** حیرت اندر حیرت اندر حیرتم
  • Dedi ki: “A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temelli şaşırdım kaldım!
  • ساعتی بادم خطیبی می‌کند ** ساعتی سنگم ادیبی می‌کند
  • An olur rüzgâr bana hatiplik eder, zaman gelir taşlar edep öğretir!
  • باد با حرفم سخنها می‌دهد ** سنگ و کوهم فهم اشیا می‌دهد 970
  • Rüzgâr, bana söz söyler... Taş ve dağ, eşyanın hakikatini anlatır!
  • گاه طفلم را ربوده غیبیان ** غیبیان سبز پر آسمان
  • Gâh olur gayb erleri, gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar!
  • از کی نالم با کی گویم این گله ** من شدم سودایی اکنون صد دله
  • Kime ağlayıp sızlanayım... Kime şikâyet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapılanlara döndüm şimdi.
  • غیرتش از شرح غیبم لب ببست ** این قدر گویم که طفلم گم شدست
  • O çocuğun gayreti, gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benim... Şu kadar söyleyeyim: Çocuğum kayboldu!
  • گر بگویم چیز دیگر من کنون ** خلق بندندم به زنجیر جنون
  • Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”
  • گفت پیرش کای حلیمه شاد باش ** سجده‌ی شکر آر و رو را کم خراش 975
  • İhtiyar dedi ki: “Halime, şad ol... Şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma.
  • غم مخور یاوه نگردد او ز تو ** بلک عالم یاوه گردد اندرو
  • Gam yeme... O kaybolmaz, belki bütün âlem onda kaybolur!
  • هر زمان از رشک غیرت پیش و پس ** صد هزاران پاسبانست و حرس
  • Her an onun önünde, ardında yüzbinlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.
  • آن ندیدی کان بتان ذو فنون ** چون شدند از نام طفلت سرنگون
  • Görmedin mi? O hünerli putlar, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar, secde ettiler!
  • این عجب قرنیست بر روی زمین ** پیر گشتم من ندیدم جنس این
  • Bu devir yeryüzünde acayip bir devir... Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.
  • زین رسالت سنگها چون ناله داشت ** تا چه خواهد بر گنه کاران گماشت 980
  • Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilmem artık suçlulara neler olur?
  • سنگ بی‌جرمست در معبودیش ** تو نه‌ای مضطر که بنده بودیش
  • Taşa biz mabut diyoruz, mabut oluşta onun bir suçu yok... Sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!
  • او که مضطر این چنین ترسان شدست ** تا که بر مجرم چه‌ها خواهند بست
  • (Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak, bir düşün!
  • خبر یافتن جد مصطفی عبدالمطلب از گم کردن حلیمه محمد را علیه‌السلام و طالب شدن او گرد شهر و نالیدن او بر در کعبه و از حق درخواستن و یافتن او محمد را علیه‌السلام
  • Mustafa’nın ceddi Abdülmuttalib’in Halime’nin Muhammed aleyhisselâm’ı kaybettiğini, şehrin etrafında dönüp dolaşarak aradığını ve Kâbe’de ağlayıp sızladığını, Allah’tan Muhammed aleyhisselâm’ı bulmayı niyaz ettiğini duyması
  • چون خبر یابید جد مصطفی ** از حلیمه وز فغانش بر ملا
  • Mustafa’nın ceddi, Halime’nin halini, halk içinde ağlayıp sızladığını,
  • وز چنان بانگ بلند و نعره‌ها ** که بمیلی می‌رسید از وی صدا
  • Sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca,
  • زود عبدالمطلب دانست چیست ** دست بر سینه همی‌زد می‌گریست 985
  • İşi anladı... eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu.
  • آمد از غم بر در کعبه بسوز ** کای خبیر از سر شب وز راز روز
  • Derken yana yakıla Kâbe kapısına gelip dedi ki: “Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
  • خویشتن را من نمی‌بینم فنی ** تا بود هم‌راز تو هم‌چون منی
  • Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım.
  • خویشتن را من نمی‌بینم هنر ** تا شوم مقبول این مسعود در
  • Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim.