English    Türkçe    فارسی   

5
1836-1860

  • خود تو پوشیدی بترها را به حلم  ** ورنه می‌دانی فضیحتها به علم 
  • Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
  • لیک بیرون از جهاد و فعل خویش  ** از ورای خیر و شر و کفر و کیش 
  • Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
  • وز نیاز عاجزانه‌ی خویشتن  ** وز خیال و وهم من یا صد چو من 
  • Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
  • بودم اومیدی به محض لطف تو  ** از ورای راست باشی یا عتو 
  • Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.
  • بخشش محضی ز لطف بی‌عوض  ** بودم اومید ای کریم بی‌عوض  1840
  • Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım.
  • رو سپس کردم بدان محض کرم  ** سوی فعل خویشتن می‌ننگرم 
  • Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
  • سوی آن اومید کردم روی خویش  ** که وجودم داده‌ای از پیش بیش 
  • O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
  • خلعت هستی بدادی رایگان  ** من همیشه معتمد بودم بر آن 
  • Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
  • چون شمارد جرم خود را و خطا  ** محض بخشایش در آید در عطا 
  • Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Tanrı ihsanı ile Tanrı bağışlaması gelip yetişir.
  • کای ملایک باز آریدش به ما  ** که بدستش چشم دل سوی رجا  1845
  • Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda.
  • لاابالی وار آزادش کنیم  ** وآن خطاها را همه خط بر زنیم 
  • Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
  • لا ابالی مر کسی را شد مباح  ** کش زیان نبود ز غدر و از صلاح 
  • Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
  • آتشی خوش بر فروزیم از کرم  ** تا نماند جرم و زلت بیش و کم 
  • Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.
  • آتشی کز شعله‌اش کمتر شرار  ** می‌بسوزد جرم و جبر و اختیار 
  • Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyari da.
  • شعله در بنگاه انسانی زنیم  ** خار را گلزار روحانی کنیم  1850
  • İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim.
  • ما فرستادیم از چرخ نهم  ** کیمیا یصلح لکم اعمالکم 
  • Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin isinizi düzeltir” kimyasını gönderdik.
  • خود چه باشد پیش نور مستقر  ** کر و فر اختیار بوالبشر 
  • Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
  • گوشت‌پاره آلت گویای او  ** پیه‌پاره منظر بینای او 
  • Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
  • مسمع او آن دو پاره استخوان  ** مدرکش دو قطره خون یعنی جنان 
  • Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.
  • کرمکی و از قذر آکنده‌ای  ** طمطراقی در جهان افکنده‌ای  1855
  • Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın.
  • از منی بودی منی را واگذار  ** ای ایاز آن پوستین را یاد دار 
  • Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
  • قصه‌ی ایاز و حجره داشتن او جهت چارق و پوستین و گمان آمدن خواجه تاشانس را کی او را در آن حجره دفینه است به سبب محکمی در و گرانی قفل 
  • Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.
  • آن ایاز از زیرکی انگیخته  ** پوستین و چارقش آویخته 
  • Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
  • می‌رود هر روز در حجره‌ی خلا  ** چارقت اینست منگر درعلا 
  • Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu.
  • شاه را گفتند او را حجره‌ایست  ** اندر آنجا زر و سیم و خمره‌ایست 
  • Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.
  • راه می‌ندهد کسی را اندرو  ** بسته می‌دارد همیشه آن در او  1860
  • Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor.