English    Türkçe    فارسی   

5
2588-2612

  • تربیه‌ی آن آفتاب روشنیم  ** ربی الاعلی از آن رو می‌زنیم 
  • O aydın güneş, bizi terbiye etmiştir. O yüzden "Rabbim, yücelerin yücesidir" der dururuz.
  • تجربه گر دارد او با این همه  ** بشکند صد تجربه زین دمدمه 
  • Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla bera-berbu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.
  • بوک توبه بشکند آن سست‌خو  ** در رسد شومی اشکستن درو  2590
  • Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.
  • در بیان آنک نقض عهد و توبه موجب بلا بود بلک موجب مسخ است چنانک در حق اصحاب سبت و در حق اصحاب مایده‌ی عیسی و جعل منهم القردة و الخنازیر و اندرین امت مسخ دل باشد و به قیامت تن را صورت دل دهند نعوذ بالله 
  • Aht ve tövbeyi bozmak, insanı belâya uğratır. Hattâ çarpar. Nitekim cumartesi günleri, iş işlememeye memur olan yahudilerle İsa'nın maidesini yiyenler hakkında "Onları çarpıp maymun ve domuz haline getirdik" dendi. Bu ümmette, gönül çarpılır, kıyametteyse bedene gönlün suretini verirler.
  • نقض میثاق و شکست توبه‌ها  ** موجب لعنت شود در انتها 
  • Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
  • نقض توبه و عهد آن اصحاب سبت  ** موجب مسخ آمد و اهلاک و مقت 
  • Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
  • پس خدا آن قوم را بوزینه کرد  ** چونک عهد حق شکستند از نبرد 
  • Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
  • اندرین امت نبد مسخ بدن  ** لیک مسخ دل بود ای بوالفطن 
  • Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.
  • چون دل بوزینه گردد آن دلش  ** از دل بوزینه شد خوار آن گلش  2595
  • Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.
  • گر هنر بودی دلش را ز اختبار  ** خوار کی بودی ز صورت آن حمار 
  • O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
  • آن سگ اصحاب خوش بد سیرتش  ** هیچ بودش منقصت زان صورتش 
  • Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
  • مسخ ظاهر بود اهل سبت را  ** تا ببیند خلق ظاهر کبت را 
  • Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
  • از ره سر صد هزاران دگر  ** گشته از توبه شکستن خوک و خر 
  • Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
  • دوم بار آمدن روبه بر این خر گریخته تا باز بفریبدش 
  • Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi
  • پس بیامد زود روبه سوی خر  ** گفت خر از چون تو یاری الحذر  2600
  • Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
  • ناجوامردا چه کردم من ترا  ** که به پیش اژدها بردی مرا 
  • A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
  • موجب کین تو با جانم چه بود  ** غیر خبث جوهر تو ای عنود 
  • Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
  • هم‌چو کزدم کو گزد پای فتی  ** نارسیده از وی او را زحمتی 
  • Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
  • یا چو دیوی کو عدوی جان ماست  ** نارسیده زحمتش از ما و کاست 
  • Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.
  • بلک طبعا خصم جان آدمیست  ** از هلاک آدمی در خرمیست  2605
  • Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir.
  • از پی هر آدمی او نسکلد  ** خو و طبع زشت خود او کی هلد 
  • O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
  • زانک خبث ذات او بی‌موجبی  ** هست سوی ظلم و عدوان جاذبی 
  • Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
  • هر زمان خواند ترا تا خرگهی  ** که در اندازد ترا اندر چهی 
  • Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
  • که فلان جا حوض آبست و عیون  ** تا در اندازد به حوضت سرنگون 
  • Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.
  • آدمی را با همه وحی و نظر  ** اندر افکند آن لعین در شور و شر  2610
  • Vahye nail olan, gözü açık bulunan Âdem'i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.
  • بی‌گناهی بی‌گزند سابقی  ** که رسد او را ز آدم ناحقی 
  • Âdem'in geçmişte bir suçu yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.
  • گفت روبه آن طلسم سحر بود  ** که ترا در چشم آن شیری نمود 
  • Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü.