English    Türkçe    فارسی   

5
2778-2802

  • ساعتی بسیار چون بگریستند  ** گفت میر او را که خیز ای ارجمند 
  • Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
  • هر چه خواهی از خزانه برگزین  ** گرچه استحقاق داری صد چنین 
  • Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
  • خانه آن تست هر چت میل هست  ** بر گزین خود هر دو عالم اندکست  2780
  • O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede.
  • گفت دستوری ندادندم چنین  ** که کنم من این دخیلانه دخول 
  • Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
  • من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول
  • این بهانه کرد و مهره در ربود  ** مانع آن بدکان عطا صادق نبود 
  • Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
  • نه که صادق بود و پاک از غل و خشم  ** شیخ را هر صدق می‌نامد به چشم 
  • Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
  • گفت فرمانم چنین دادست اله  ** که گدایانه برو نانی بخواه  2785
  • Tanrı, bana git, dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi.
  • اشارت آمدن از غیب به شیخ کی این دو سال به فرمان ما بستدی و بدادی بعد ازین بده و مستان دست در زیر حصیر می‌کن کی آن را چون انبان بوهریره کردیم در حق تو هر چه خواهی بیابی تا یقین شود عالمیان را کی ورای این عالمیست کی خاک به کف گیری زر شود مرده درو آید زنده شود نحس اکبر در وی آید سعد اکبر شود کفر درو آید ایمان گردد زهر درو آید تریاق شود نه داخل این عالمست و نه خارج این عالم نه تحت و نه فوق نه متصل نه منفصل بی‌چون و بی چگونه هر دم ازو هزاران اثر و نمونه ظاهر می‌شود چنانک صنعت دست با صورت دست و غمزه‌ی چشم با صورت چشم و فصاحت زبان با صورت زبان نه داخلست و نه خارج او نه متصل و نه منفصل والعاقل تکفیه الاشارة 
  • Şeyhe, gayıptan, emrimle iki yıl dilencilik edip aldın. Bundan sonra alma, ver. Elini hasırın altına at. O hasırı Ebuhüreyre'nin torbasına döndürdüm. Âlemdekiler, bu âlemin ötesinde bir âlem olduğunu anlasınlar diye dilediğini o hasırın altında bulursun. O âlem, bir âlemdir ki o âlemde eline toprak alsan altın olur. O âleme ölü girse dirilir. En büyük kutsuzluk, oraya girince en büyük kutluluk haline gelir. Küfür, orada iman olur, zehir tiryak kesilir. O âlem, ne bu âlemin içindedir, ne dışında. Ne altında, ne üstünde. Ne bu âleme bitişiktir, ne bu âlemden ayrı. Neliksiz, niteliksiz bir âlemdir o âlem. Her an, o âlemden binlerce eser ve numune görünür. Nitekim elin sanatı, elin suretinin., gözün bakışı, gözün suretinin.. Dilin fasih oluşu, dilin suretinin ne içindedir, ne dışında, ne o surete bitişiktir, ne ayrı, Akıllı kişiye bir işaret yeter.
  • تا دو سال این کار کرد آن مرد کار  ** بعد از آن امر آمدش از کردگار 
  • O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Tanrı'dan emir geldi:
  • بعد ازین می‌ده ولی از کس مخواه  ** ما بدادیمت ز غیب این دستگاه 
  • Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz, sana bu kudreti gayıptan ihsan ettik.
  • هر که خواهد از تو از یک تا هزار  ** دست در زیر حصیری کن بر آر 
  • Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
  • هین ز گنج رحمت بی‌مر بده  ** در کف تو خاک گردد زر بده 
  • Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir, hemen ver.
  • هر چه خواهندت بده مندیش از آن  ** داد یزدان را تو بیش از بیش دان  2790
  • Ne dilersen ver, hiç düşünme. Tanrı, bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu.
  • در عطای ما نه تحشیر و نه کم ** نه پشیمانی نه حسرت زین کرم
  • دست زیر بوریا کن ای سند  ** از برای روی‌پوش چشم بد 
  • Ey dayanılan zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.
  • پس ز زیر بوریا پر کن تو مشت  ** ده به دست سایل بشکسته پشت 
  • Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış, dilenciye sun.
  • بعد ازین از اجر نامومنون بده  ** هر که خواهد گوهر مکنون بده 
  • Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet.
  • رو ید الله فوق ایدیهم تو باش  ** هم‌چو دست حق گزافی رزق پاش  2795
  • Yürü, "Tanrı eli, onların elleri üstündedir" sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç.
  • وام داران را ز عهده وا رهان  ** هم‌چو باران سبز کن فرش جهان 
  • Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
  • بود یک سال دگر کارش همین  ** که بدادی زر ز کیسه‌ی رب دین 
  • Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
  • زر شدی خاک سیه اندر کفش  ** حاتم طایی گدایی در صفش 
  • Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
  • دانستن شیخ ضمیر سایل را بی گفتن و دانستن قدر وام وام‌داران بی گفتن کی نشان آن باشد کی اخرج به صفاتی الی خلقی 
  • Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
  • حاجت خود گر نگفتی آن فقیر  ** او بدادی و بدانستی ضمیر 
  • Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
  • آنچ در دل داشتی آن پشت‌خم  ** قدر آن دادی بدو نه بیش و کم  2800
  • O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona.
  • پس بگفتندی چه دانستی که او  ** این قدر اندیشه دارد ای عمو 
  • Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
  • او بگفتی خانه‌ی دل خلوتست  ** خالی از کدیه مثال جنتست 
  • Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.