English    Türkçe    فارسی   

5
3433-3457

  • پس شدی درمان جان هر درخت  ** هر درختی از قدومش نیک‌بخت 
  • Her ağacın canına derman olurdu. Her ağaç, onun kudumiyle devlet bulurdu.
  • آن یخی بفسرده در خود مانده  ** لا مساسی با درختان خوانده 
  • Halbuki o donmuş buz, öylece kalakaldı da ağaçlara, bana dokunmayın demeye başladı.
  • لیس یالف لیس یلف جسمه  ** لیس الا شح نفس قسمه  3435
  • O buz gibi donup kalan adamın cismi de ne bir şeyle uyuşup birleşir, ne de bir şey, onunla uzlaşır.O, ancak kendi nefsinin hırsı peşindedir.
  • نیست ضایع زو شود تازه جگر  ** لیک نبود پیک و سلطان خضر 
  • O da faydasız değildir, ondan da ciğerler tazelenir. Fakat yeşillik çavuşu da değildir, yeşillik padişahı da değil.
  • ای ایاز استاره‌ی تو بس بلند  ** نیست هر برجی عبورش را پسند 
  • Eyaz, senin yıldızın, pek yücedir. Her burç, ona durak olamaz.
  • هر وفا را کی پسندد همتت  ** هر صفا را کی گزیند صفوتت 
  • Himmetin öyle her vefayı beğenir, saflığın, öyle her saflığı seçip kabul eder mi hiç?
  • حکایت آن امیر کی غلام را گفت کی می بیار غلام رفت و سبوی می آورد در راه زاهدی بود امر معروف کرد زد سنگی و سبو را بشکست امیر بشنید و قصد گوشمال زاهد کرد و این قصد در عهد دین عیسی بود علیه‌السلام کی هنوز می حرام نشده بود ولیکن زاهد تقزیزی می‌کرد و از تنعم منع می‌کرد 
  • Bir beyin, kölesine, git, şarap getir demesi. Köle şarap testisiyle şarap getirirken doğrulukla emreden bir zahidin, yolda bir taşla testiyi kırması. Emîrin, duyunca zahidi tedibe gitmesi. Bu vak'a Isa aleyhisselâm zamanında oldu. O vakit daha şarap haram edilmemişti. Fakat zahit, takva göstermede ve halkı zevkten alıkoymaktaydı
  • بود امیری خوش دلی می‌باره‌ای  ** کهف هر مخمور و هر بیچاره‌ای 
  • Neşeli ve şaraba düşkün bir bey vardı.Her mahmurun, her çaresiz kişinin sığındığı bir zattı.
  • مشفقی مسکین‌نوازی عادلی  ** جوهری زربخششی دریادلی  3440
  • Esirgeyici, yoksulları korur, adaletli, altınlar, inciler bağışlayıcı, deryadil bir adamdı.
  • شاه مردان و امیرالمومنین  ** راه‌بان و رازدان و دوست‌بین 
  • Erlerin padişahı, inanmış adamların beyi, yol bilir,sırdan anlar, dostlarını görür gözetir bir zattı.
  • دور عیسی بود و ایام مسیح  ** خلق دلدار و کم‌آزار و ملیح 
  • İsa'nın zamanı, Mesih'in devriydi. Halkın gönlünü alan, kimseyi incitmemeye gayret eden o güzel beye,
  • آمدش مهمان بناگاهان شبی  ** هم امیری جنس او خوش‌مذهبی 
  • Bir gece ansızın konuk geldi. O konuk da onun gibi hoş ve iyi bir beydi.
  • باده می‌بایستشان در نظم حال  ** باده بود آن وقت ماذون و حلال 
  • Neşelensinler diye şarap içmek istediler. O zaman şarap helâldi.
  • باده‌شان کم بود و گفتا ای غلام  ** رو سبو پر کن به ما آور مدام  3445
  • Şarapları azdı, dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur,bize şarap getir.
  • از فلان راهب که دارد خمر خاص  ** تا ز خاص و عام یابد جان خلاص 
  • Filân keşişte halis şarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halâs olsun, halkın derdinden de.
  • جرعه‌ای زان جام راهب آن کند  ** که هزاران جره و خمدان کند 
  • O keşişin şarabının bir katrası, binlerce testi, binlerce küp şarabın yaptığını yapar.
  • اندر آن می مایه‌ی پنهانی است  ** آنچنان که اندر عبا سلطانی است 
  • O şarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar.
  • تو بدلق پاره‌پاره کم نگر  ** که سیه کردند از بیرون زر 
  • Sen, paramparça hırkaya az bak. Anlaşılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.
  • از برای چشم بد مردود شد  ** وز برون آن لعل دودآلود شد  3450
  • Lâal, görünüşte buğulu görünür ama kötü göz,onu beğenmesin diyedir bu.
  • گنج و گوهر کی میان خانه‌هاست  ** گنجها پیوسته در ویرانه‌هاست 
  • Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? hazineler, daima yıkık yerlerdedir.
  • گنج آدم چون بویران بد دفین  ** گشت طینش چشم‌بند آن لعین 
  • Adem'in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü de bu yüzden o melun Şeytan’ın gözü,onu görmedi.
  • او نظر می‌کرد در طین سست سست  ** جان همی‌گفتش که طینم سد تست 
  • O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur demedeydi.
  • دو سبو بستد غلام و خوش دوید  ** در زمان در دیر رهبانان رسید 
  • Köle, iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı.
  • زر بداد و باده‌ی چون زر خرید  ** سنگ داد و در عوض گوهر خرید  3455
  • Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında gevheri satın aldı.
  • باده‌ای که آن بر سر شاهان جهد  ** تاج زر بر تارک ساقی نهد 
  • O şarabi ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.
  • فتنه‌ها و شورها انگیخته  ** بندگان و خسروان آمیخته 
  • O şarabi ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar.