English    Türkçe    فارسی   

5
3887-3911

  • زد به شمشیر و سرش را بر شکافت  ** زود سوی خیمه‌ی مه‌رو شتافت 
  • Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
  • چونک خود را او بدان حوری نمود  ** مردی او هم‌چنین بر پای بود 
  • O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
  • با چنان شیری به چالش گشت جفت  ** مردی او مانده بر پای و نخفت 
  • Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
  • آن بت شیرین‌لقای ماه‌رو  ** در عجب در ماند از مردی او  3890
  • O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı.
  • جفت شد با او به شهوت آن زمان  ** متحد گشتند حالی آن دو جان 
  • İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
  • ز اتصال این دو جان با همدگر  ** می‌رسد از غیبشان جانی دگر 
  • Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
  • رو نماید از طریق زادنی  ** گر نباشد از علوقش ره‌زنی 
  • Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
  • هر کجا دو کس به مهری یا به کین  ** جمع آید ثالثی زاید یقین 
  • Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
  • لیک اندر غیب زاید آن صور  ** چون روی آن سو ببینی در نظر  3895
  • Fakat o suretler, gayp âleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
  • آن نتایج از قرانات تو زاد  ** هین مگرد از هر قرینی زود شاد 
  • O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.
  • منتظر می‌باش آن میقات را  ** صدق دان الحاق ذریات را 
  • Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol.
  • کز عمل زاییده‌اند و از علل  ** هر یکی را صورت و نطق و طلل 
  • Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
  • بانگشان درمی‌رسد زان خوش حجال  ** کای ز ما غافل هلا زوتر تعال 
  • O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
  • منتظر در غیب جان مرد و زن  ** مول مولت چیست زوتر گام زن  3900
  • Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
  • راه گم کرد او از آن صبح دروغ  ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ 
  • O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
  • پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت 
  • Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
  • چند روزی هم بر آن بد بعد از آن  ** شد پشیمان او از آن جرم گران 
  • Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
  • داد سوگندش کای خورشیدرو  ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو 
  • Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
  • چون ندید او را خلیفه مست گشت  ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت 
  • Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
  • دید صد چندان که وصفش کرده بود  ** کی بود خود دیده مانند شنود  3905
  • Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi?
  • وصف تصویرست بهر چشم هوش  ** صورت آن چشم دان نه زان گوش 
  • Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
  • کرد مردی از سخن‌دانی سال  ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال 
  • Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
  • گوش را بگرفت و گفت این باطلست  ** چشم حقست و یقینش حاصلست 
  • O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
  • آن به نسبت باطل آمد پیش این  ** نسبتست اغلب سخنها ای امین 
  • O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
  • ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب  ** نیست محجوب از خیال آفتاب  3910
  • Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir.
  • خوف او را خود خیالش می‌دهد  ** آن خیالش سوی ظلمت می‌کشد 
  • Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.