English    Türkçe    فارسی   

6
1197-1221

  • تو مرا گویی که از بهر ثواب  ** غسل ناکرده مرو در حوض آب 
  • Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
  • از برون حوض غیر خاک نیست  ** هر که او در حوض ناید پاک نیست 
  • Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
  • گر نباشد آبها را این کرم  ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم 
  • Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
  • وای بر مشتاق و بر اومید او  ** حسرتا بر حسرت جاوید او  1200
  • Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine!
  • آب دارد صد کرم صد احتشام  ** که پلیدان را پذیرد والسلام 
  • Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین که نور  ** پاسبان تست از شر الطیور 
  • Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
  • پاسبان تست نور و ارتقاش  ** ای تو خورشید مستر از خفاش 
  • Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
  • چیست پرده پیش روی آفتاب  ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب 
  • Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
  • پرده‌ی خورشید هم نور ربست  ** بی‌نصیب از وی خفاشست و شبست  1205
  • Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir.
  • هر دو چون در بعد و پرده مانده‌اند  ** یا سیه‌رو یا فسرده مانده‌اند 
  • Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
  • چون نبشتی بعضی از قصه‌ی هلال  ** داستان بدر آر اندر مقال 
  • Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
  • آن هلال و بدر دارند اتحاد  ** از دوی دورند و از نقص و فساد 
  • Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
  • آن هلال از نقص در باطن بریست  ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست 
  • Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
  • درس گوید شب به شب تدریج را  ** در تانی بر دهد تفریج را  1210
  • Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir.
  • در تانی گوید ای عجول خام  ** پایه‌پایه بر توان رفتن به بام 
  • Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
  • دیگ را تدریج و استادانه جوش  ** کار ناید قلیه‌ی دیوانه جوش 
  • Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
  • حق نه قادر بود بر خلق فلک  ** در یکی لحظه به کن بی‌هیچ شک 
  • Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
  • پس چرا شش روز آن را درکشید  ** کل یوم الف عام ای مستفید 
  • Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
  • خلقت طفل از چه اندر نه مه‌است  ** زانک تدریج از شعار آن شه‌است  1215
  • Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.
  • خلقت آدم چرا چل صبح بود  ** اندر آن گل اندک‌اندک می‌فزود 
  • Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
  • نه چو تو ای خام که اکنون تاختی  ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی 
  • Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
  • بر دویدی چون کدو فوق همه  ** کو ترا پای جهاد و ملحمه 
  • Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
  • تکیه کردی بر درختان و جدار  ** بر شدی ای اقرعک هم قرع‌وار 
  • Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
  • اول ار شد مرکبت سرو سهی  ** لیک آخر خشک و بی‌مغزی تهی  1220
  • Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin!
  • رنگ سبزت زرد شد ای قرع زود  ** زانک از گلگونه بود اصلی نبود 
  • A su kabağı, yeşil rengin tez sararır, çünkü o renk iğreti bir boyadır, aslında yok ki.
  • داستان آن عجوزه کی روی زشت خویشتن را جندره و گلگونه می‌ساخت و ساخته نمی‌شد و پذیرا نمی‌آمد 
  • Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar, yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü olamazdı