English    Türkçe    فارسی   

6
129-153

  • واعظی را گفت روزی سایلی  ** کای تو منبر را سنی‌تر قایلی 
  • Bir gün bilgisiz bir adam, vaaz eden birine sordu: Mimberde senden daha yüce söz söyleyen, senden daha güzel vaaz eden bir adam bile yok.
  • یک سالستم بگو ای ذو لباب  ** اندرین مجلس سالم را جواب  130
  • Sana bir sorum var; ey akıllı er, bu mecliste sualime cevap ver.
  • بر سر بارو یکی مرغی نشست  ** از سر و از دم کدامینش بهست 
  • Bir kale burcunun üstüne bir kuş otursa başı mı daha üstündür, kuyruğu mu?
  • گفت اگر رویش به شهر و دم به ده  ** روی او از دم او می‌دان که به 
  • Vaaz eden dedi ki: Yüzü şehre, kuyruğu köyeyse yüzü, bil ki kuyruğundan üstündür.
  • ور سوی شهرست دم رویش به ده  ** خاک آن دم باش و از رویش بجه 
  • Yok... Eğer kuyruğu şehre, yüzü köyeyse o kuyruğa toprak ol, yüzünden yüz çevir.
  • مرغ با پر می‌پرد تا آشیان  ** پر مردم همتست ای مردمان 
  • Kanadı olan kuş, yuvasına kadar uçup gider. İnsanlar, insanların kanadı da himmettir.
  • عاشقی که آلوده شد در خیر و شر  ** خیر و شر منگر تو در همت نگر  135
  • Bir âşık, hayra, şerre bulanabilir. Sen onun hayrına şerrine bakma, himmetine bak.
  • باز اگر باشد سپید و بی‌نظیر  ** چونک صیدش موش باشد شد حقیر 
  • Doğan, isterse beyaz ve eşsiz olsun; fare avladıktan sonra bayağıdır.
  • ور بود چغدی و میل او به شاه  ** او سر بازست منگر در کلاه 
  • Fakat baykuşun meyli, padişaha olsa doğan sayılır, külâhına bakma.
  • آدمی بر قد یک طشت خمیر  ** بر فزود از آسمان و از اثیر 
  • İnsan, bir hamur teknesi boyuncadır ama gök yüzünden de üstündür, esirden de.
  • هیچ کرمنا شنید این آسمان  ** که شنید این آدمی پر غمان 
  • Hiç bu gökyüzü “Biz onu ululadık” sözünü duydu mu? Kim duydu bu sözü? Dertlere düşmüş Âdemoğlu.
  • بر زمین و چرخ عرضه کرد کس  ** خوبی و عقل و عبارات و هوس  140
  • Hiç kimse, güzelliğini, aklını, sözlerini, isteklerini yeryüzüne gösterdi, bildirdi mi?
  • جلوه کردی هیچ تو بر آسمان  ** خوبی روی و اصابت در گمان 
  • Hiç yüzünün güzelliğini, reyindeki isabeti gökyüzüne göstermeye, söylemeye kalkıştı mı?
  • پیش صورتهای حمام ای ولد  ** عرضه کردی هیچ سیم‌اندام خود 
  • Oğlum, hiçbir gümüş bedenli dilber, hamam duvarlarına çizilmiş resimlere kendisini gösterir, onların karşısında cilvelenir mi?
  • بگذری زان نقشهای هم‌چو حور  ** جلوه آری با عجوز نیم‌کور 
  • O huri gibi güzel resimler şöyle dursun, kalkar, yarı kör bir kocakarıya karşı cilvelenirsin.
  • در عجوزه چیست که ایشان را نبود  ** که ترا زان نقشها با خود ربود 
  • O kocakarıda olan ve resimlerde olmayan nedir ki seni o resimlerden tutup çeker?
  • تو نگویی من بگویم در بیان  ** عقل و حس و درک و تدبیرست و جان  145
  • Sen söylemezsin ama ben söyleyeyim: Akıldır, duygudur, anlayıştır, tedbirdir, candır.
  • در عجوزه جان آمیزش‌کنیست  ** صورت گرمابه‌ها را روح نیست 
  • Kocakarıda insanla kaynaşan can var. Halbuki hamamdaki resimlerde ruh yok.
  • صورت گرمابه گر جنبش کند  ** در زمان او از عجوزه بر کند 
  • Hamam duvarındaki resim, bir harekete gelseydi derhal seni kocakarıdan çekerdi.
  • جان چه باشد با خبر از خیر و شر  ** شاد با احسان و گریان از ضرر 
  • Can nedir? Hayırdan, şerden haberdar olan, lütuf ve ihsana sevinen, zarardan yerinip ağlayan şey.
  • چون سر و ماهیت جان مخبرست  ** هر که او آگاه‌تر با جان‌ترست 
  • Madem ki canın sırrı, mahiyeti, insana hayrı, şerri haber vermede... Şu halde hakikatten kimin daha ziyade haberi varsa o, daha canlıdır.
  • روح را تاثیر آگاهی بود  ** هر که را این بیش اللهی بود  150
  • Ruhun tesiri, bilgi ve anlayıştır. Kimde bu bilgi ve anlayış, daha fazlaysa o, daha ziyade Allahlıktır.
  • چون خبرها هست بیرون زین نهاد  ** باشد این جانها در آن میدان جماد 
  • Fakat bu tabiat âleminin ötesinde öyle haberler, öyle bilgiler vardır ki bu canlar, o meydan da cansız bir hale gelirler.
  • جان اول مظهر درگاه شد  ** جان جان خود مظهر الله شد 
  • Bunlardan haberdar olmayan can, Allah tapısına mazhar oldu... Canların canı ise Allah’ya mazhar oldu.
  • آن ملایک جمله عقل و جان بدند  ** جان نو آمد که جسم آن بدند 
  • Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Âdem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler.