English    Türkçe    فارسی   

6
1366-1390

  • هستها را سوی پس افکنده‌اند  ** نیستها را طالبند و بنده‌اند 
  • Bütün bunlar varları, ardlarına atmışlar yokları istemekte, yoklara kul olmaktadırlar.
  • زانک کان و مخزن صنع خدا  ** نیست غیر نیستی در انجلا 
  • Çünkü Allah sanatının madeni mahzeni, yokluktan başka bir yerde tecelli etmez.
  • پیش ازین رمزی بگفتستیم ازین  ** این و آن را تو یکی بین دو مبین 
  • Bundan önce bir remizdir söylemiştik. Sakın bunu ve onu iki görme.
  • گفته شد که هر صناعت‌گر که رست  ** در صناعت جایگاه نیست جست 
  • Demiştik ki her sanat sahibi, sanatını meydana getirmek için yokluk arar.
  • جست بنا موضعی ناساخته  ** گشته ویران سقفها انداخته  1370
  • Mimar, yapılmamış bir yer, yıkılmış, tavanları çökmüş bir yurt arar.
  • جست سقا کوزای کش آب نیست  ** وان دروگر خانه‌ای کش باب نیست 
  • Saka, içinde su olmayan kap peşindedir. Dülger, kapısı bulunmayan bir ev aramaktadır.
  • وقت صید اندر عدم بد حمله‌شان  ** از عدم آنگه گریزان جمله‌شان 
  • Avlanma zamanında hepsi de yokluğa saldırırlar. Ondan sonra da hepsi yokluktan kaçarlar.
  • چون امیدت لاست زو پرهیز چیست  ** با انیس طمع خود استیز چیست 
  • Mademki ümidin yoklukta, neden çekiniyorsun ondan? Tamahının enis olduğu şeyden bu çekinme nedir?
  • چون انیس طمع تو آن نیستیست  ** از فنا و نیست این پرهیز چیست 
  • Mademki tamahın o yokluktur, yokluktan, yok oluştan bu kaçışın neden?
  • گر انیس لا نه‌ای ای جان به سر  ** در کمین لا چرایی منتظر  1375
  • Eğer bir yuvaya enis olmuşsan neden yokluk pususunda bekliyorsun a canım?
  • زانک داری جمله دل برکنده‌ای  ** شست دل در بحر لا افکنده‌ای 
  • Elinde ne var, ne yoksa hepsinden gönlünü çekmiş, gönül oltasını yokluk denizine salmışsın.
  • پس گریز از چیست زین بحر مراد  ** که بشستت صد هزاران صید داد 
  • Öyle olduğu halde bu murat denizinden kaçışın neden? O denizden oltana yüz binlerce av düştü.
  • از چه نام برگ را کردی تو مرگ  ** جادوی بین که نمودت مرگ برگ 
  • Neden kârın adını ölüm taktın? Büyüye bak ki kâr sana ölüm görünmede.
  • هر دو چشمت بست سحر صنعتش  ** تا که جان را در چه آمد رغبتش 
  • Onun büyüsündeki sanat, iki gözünü de bağladı da canlar, kuyuya rağbet ettiler.
  • در خیال او ز مکر کردگار  ** جمله صحرا فوق چه زهرست و مار  1380
  • Allah hilesiyle hayaline kuyunun üstündeki ova tamamı ile yılan zehrinden ibaret görünür.
  • لاجرم چه را پناهی ساختست  ** تا که مرگ او را به چاه انداختست 
  • Hâsılı kuyuyu, sığınılacak yer sanır, nihayet ölüm de onu kuyuya atar.
  • اینچ گفتم از غلطهات ای عزیز  ** هم برین بشنو دم عطار نیز 
  • Söylediğim bu çeşit yanlışları Attar’ın sözlerinden dinle azizim!
  • قصه‌ی سلطان محمود و غلام هندو 
  • Sultan Mahmutla Hintli köle
  • رحمة الله علیه گفته است  ** ذکر شه محمود غازی سفته است 
  • Allah rahmet etsin, hikâye etmiş, Gazi padişah Mahmud’u anarak inciler delmiştir.
  • کز غزای هند پیش آن همام  ** در غنیمت اوفتادش یک غلام 
  • Hint savaşında o ulu ve temiz kişi bir köle elde etti.
  • پس خلیفه‌ش کرد و بر تختش نشاند  ** بر سپه بگزیدش و فرزند خواند  1385
  • Onu halife yaptı, tahta oturttu. Ona ordu verdi, onu kendisine oğul edindi.
  • طول و عرض و وصف قصه تو به تو  ** در کلام آن بزرگ دین بجو 
  • Bu hikâyeyi uzun boylu ve etraflı olarak o din büyüğünün kitabında bul oku.
  • حاصل آن کودک برین تخت نضار  ** شسته پهلوی قباد شهریار 
  • Hâsılı o çocuk, o güzelim tahtın üzerinde o büyük padişahın yanı başında otururdu.
  • گریه کردی اشک می‌راندی بسوز  ** گفت شه او را کای پیروز روز 
  • Daima yanar yakılır, ağlar dururdu. Padişah dedi ki: Ey bahtı kutlu!
  • از چه گریی دولتت شد ناگوار  ** فوق املاکی قرین شهریار 
  • Neden ağlıyorsun? Devletin mi bozuldu? Padişahlardan üstünsün, padişahlar padişahıyla düşüp kalkmadasın.
  • تو برین تخت و وزیران و سپاه  ** پیش تختت صف زده چون نجم و ماه  1390
  • Sen şu tahtın üstünde oturuyorsun. Vezirlerle asker, tahtının önünde ay ve yıldızlar gibi saf saf duruyorlar.