English    Türkçe    فارسی   

6
1990-2014

  • آن کبوتر را که بام آموختست  ** تو مخوان می‌رانش کان پر دوختست  1990
  • Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır.
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین برانش  ** کز ملاقات تو بر رستست جانش 
  • Ey hak Ziyası Hüsameddin, onu kovsan da seninle buluştuğu için can kanadı bitmiştir;
  • گر برانی مرغ جانش از گزاف  ** هم بگرد بام تو آرد طواف 
  • Kovsan da can kuşu, sebepsiz olarak senin damının etrafında döner dolaşır.
  • چینه و نقلش همه بر بام تست  ** پر زنان بر اوج مست دام تست 
  • Onun yiyeceği ,içeceği, konacağı yer, hep senin damındır. Yücelerde kanat çırpar ama tuzağına âşıktır.
  • گر دمی منکر شود دزدانه روح  ** در ادای شکرت ای فتح و فتوح 
  • Hattâ ruh, bir an hırsızlamacasına o fütuhattan dolayı sana şükretmese, münkir olsa.
  • شحنه‌ی عشق مکرر کینه‌اش  ** طشت آتش می‌نهد بر سینه‌اش  1995
  • Durup dinlenmeden kin güden aşk sahnesi, derhal o inkâr eden göğüse ateş dolu bir leğen koyuverir.
  • که بیا سوی مه و بگذر ز گرد  ** شاه عشقت خواند زوتر باز گرد 
  • Aya gel, tozdan vazgeç. Aşk padişahı seni çağırmada, çabuk dön der.
  • گرد این بام و کبوترخانه من  ** چون کبوتر پر زنم مستانه من 
  • Ben, güvercin gibi sarhoşçasına bu damın, bu güvercinliğin etrafında kanat çırpmaktayım.
  • جبرئیل عشقم و سدره‌م توی  ** من سقیمم عیسی مریم توی 
  • Aşk Cebrailiyim, Sidre’m sensin. İlletliyim, Meryem oğlu İsa sensin bana.
  • جوش ده آن بحر گوهربار را  ** خوش بپرس امروز این بیمار را 
  • O inciler saçan denizi coştur. Şu hastayı bu gün bir hoşça sor, soruştur!
  • چون تو آن او شدی بحر آن اوست  ** گرچه این دم نوبت بحران اوست  2000
  • Çünkü sen, onunsun, deniz de onundur. Bu an, onun nöbet zamanıdır ama aldırma.
  • این خود آن ناله‌ست کو کرد آشکار  ** آنچ پنهانست یا رب زینهار 
  • Zaten bu, onun meydana getirdiği bir feryattan ibarettir. Yarabbi, sen gizli olanı koru, onu meydana çıkarma.
  • دو دهان داریم گویا هم‌چو نی  ** یک دهان پنهانست در لبهای وی 
  • Ney gibi iki ağzımız var. Bir ağız, onun dudaklarında gizli.
  • یک دهان نالان شده سوی شما  ** های هویی در فکنده در هوا 
  • Öbür ağız, size görünmede, feryat etmede, havaya bir hay huydur salmada.
  • لیک داند هر که او را منظرست  ** که فغان این سری هم زان سرست 
  • Fakat can gözü açık olan bilir ki bu baştan çıkan feryat da o baştan çıkmadadır.
  • دمدمه‌ی این نای از دمهای اوست  ** های هوی روح از هیهای اوست  2005
  • Neyin bu feryadı, onun soluklarından. Ruhun hay huyu, onun hay huylarından.
  • گر نبودی با لبش نی را سمر  ** نی جهان را پر نکردی از شکر 
  • Ney, onun dudakları ile hemdem olmasaydı âlemi şekerle doldurabilir miydi?
  • با کی خفتی وز چه پهلو خاستی  ** که چنین پر جوش چون دریاستی 
  • Kiminle yattın, hangi tarafından kalktın da böyle deniz gibi coşup köpürmedesin?
  • یا ابیت عند ربی خواندی  ** در دل دریای آتش راندی 
  • Yahut da “Ben rabbime konuk olurum” hâdisini okudun, ateş denizinin ta içine atıldın.
  • نعره‌ی یا نار کونی باردا  ** عصمت جان تو گشت ای مقتدا 
  • Fakat “ey ateş, soğu” nârası, ey kendisine uyulan zat, senin canını korudu.
  • ای ضیاء الحق حسام دین و دل  ** کی توان اندود خورشیدی به گل  2010
  • Ey hak Ziyası, din ve gönlün Husam’ı! Hiç güneş, balçıkla sıvanır mı?
  • قصد کردستند این گل‌پاره‌ها  ** که بپوشانند خورشید ترا 
  • Bu toprak parçaları, senin güneşini örtmek istediler ama,
  • در دل که لعلها دلال تست  ** باغها از خنده مالامال تست 
  • Dağların gönlündeki lâ’l madenleri, sana delâlet etmede. Bağlar, bahçeler, senin gülümsemelerinle dopdolu.
  • محرم مردیت را کو رستمی  ** تا ز صد خرمن یکی جو گفتمی 
  • Senin erliğine mahrem olacak Rüstem nerede ki senin yüzlerce harmanından bir buğday tanesini söylemeye kalkayım.
  • چون بخواهم کز سرت آهی کنم  ** چون علی سر را فرو چاهی کنم 
  • Senin sırrından bir ah etmek istersem ancak Ali gibi bir kuyuya gitmeli, kuyunun içine ah etmeliyim.