English    Türkçe    فارسی   

6
3141-3165

  • تا ز چرخ غیب وز خورشید روح  ** عنکبوتش درس گوید از شروح 
  • O usturlabın üstündeki ankebut, gayb göğü ile ruh güneşine ait şerhlerde bulunur, dersler verir.
  • عنکبوت و این صطرلاب رشاد  ** بی‌منجم در کف عام اوفتاد 
  • Bu doğruyu bulan usturlapla ankebut, halkın eline müneccimsiz düşmüştür.
  • انبیا را داد حق تنجیم این  ** غیب را چشمی بباید غیب‌بین 
  • Tanrı bu yıldız bilgisini peygamberlere vermiştir. Gaybı görmek için o âlemi görebilen bir göz gerek.
  • در چه دنیا فتادند این قرون  ** عکس خود را دید هر یک چه درون 
  • Zamanlarca gelip geçen şu insanlar, dünya kuyusuna düşmüşlerdir. Her biri, kuyunun içinde kendi aksini görmüştür.
  • از برون دان آنچ در چاهت نمود  ** ورنه آن شیری که در چه شد فرود  3145
  • Kuyuda sana görünen, bil ki dışarıdadır. Yoksa o aslan gibi sen de kuyuya düştün gitti.
  • برد خرگوشیش از ره کای فلان  ** در تگ چاهست آن شیر ژیان 
  • Tavşan, onu “kuyuda kükremiş bir aslan var.
  • در رو اندر چاه کین از وی بکش  ** چون ازو غالب‌تری سر بر کنش 
  • Kuyuya gir de ondan öç al. Sen ondan üstünsün kopar kafasını” diye yoldan çevirdi.
  • آن مقلد سخره‌ی خرگوش شد  ** از خیال خویشتن پر جوش شد 
  • O mukallit de tavşana kandı, onun maskarası oldu. Kendi hayalleriyle köpürdü, coştu.
  • او نگفت این نقش داد آب نیست  ** این به جز تقلیب آن قلاب نیست 
  • “Bu görünen şey, suyun aksettirmesinden ibaret değil mi? O her şeyi döndüren, çeviren Tanrı’nın bir hayal göstermesinden başka bir şey mi? Diyemedi.
  • تو هم از دشمن چو کینی می‌کشی  ** ای زبون شش غلط در هر ششی  3150
  • Sen de bir düşmana kinlendin mi, ey altı duyguya zebun olan, altı duygun da yanılır, yanlışlar içerisinde kalırsın.
  • آن عداوت اندرو عکس حقست  ** کز صفات قهر آنجا مشتقست 
  • Halbuki ondaki o düşmanlık, Tanrı’nın aksidir. Oradaki kahır, Tanrı’nın kahır sıfatlarından üremiştir.
  • وآن گنه در وی ز جنس جرم تست  ** باید آن خو را ز طبع خویش شست 
  • Ondaki suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu, kendi tabiatından yıkayıp arıtmak gerek.
  • خلق زشتت اندرو رویت نمود  ** که ترا او صفحه‌ی آیینه بود 
  • Sendeki çirkin huy, onda göründü. Çünkü o, sana bir aynadır âdeta.
  • چونک قبح خویش دیدی ای حسن  ** اندر آیینه بر آیینه مزن 
  • Güzelim aynada çirkinliğini görünce aynaya saldırma.
  • می‌زند بر آب استاره‌ی سنی  ** خاک تو بر عکس اختر می‌زنی  3155
  • Mesela yüce yıldız, suya vurur. Sen de yıldızın aksine toprak atarsın.
  • کین ستاره‌ی نحس در آب آمدست  ** تا کند او سعد ما را زیردست 
  • Bir kutsuz yıldız bizim kutluluğumuzu alt etmek için suya geldi mi dersin.
  • خاک استیلا بریزی بر سرش  ** چونک پنداری ز شبهه اخترش 
  • O aksi, yıldız sanır, kapansın diye üstüne toprak atar durursun.
  • عکس پنهان گشت و اندر غیب راند  ** تو گمان بردی که آن اختر نماند 
  • Akis gizlenir, gayb âlemine gider. Sanırsın ki yıldız da söndü.
  • آن ستاره‌ی نحس هست اندر سما  ** هم بدان سو بایدش کردن دوا 
  • O kutsuz yıldız, gökyüzündedir. Başını o tarafa kaldırmak lâzım.
  • بلک باید دل سوی بی‌سوی بست  ** نحس این سو عکس نحس بی‌سو است  3160
  • Hattâ gönlü, mekânsızlık mekânına bağlamak gerek. Burada zuhur eden yomsuzluk, o mekânsızlık âleminin bir aksinden ibarettir.
  • داد داد حق شناس و بخششش  ** عکس آن دادست اندر پنج و شش 
  • Vergiyi Tanrı vergisi, ihsanı Tanrı ihsanı bil. Çünkü bu aksi, beş duygu âlemiyle altı cihet âlemine veren odur.
  • گر بود داد خسان افزون ز ریگ  ** تو بمیری وآن بماند مردریگ 
  • Aşağılık kimselerin ihsanı, kumdan artık bile olsa yine sen ölürsün, o vergiler senden arda kalır.
  • عکس آخر چند پاید در نظر  ** اصل بینی پیشه کن ای کژنگر 
  • Akis, gözde ne kadar kalabilir ki? Ey eğri gören, aslı görmeyi kendine hüner yap.
  • حق چو بخشش کرد بر اهل نیاز  ** با عطا بخشیدشان عمر دراز 
  • Tanrı, yalvarıp yakaranlara ihsanda bulundu mu onlara ihsan ettiği şeylerle beraber uzun bir ömür bağışlar.
  • خالدین شد نعمت و منعم علیه  ** محیی الموتاست فاجتازوا الیه  3165
  • Nimeti de ebedîdir onun, nimet ettiği de ebedîlik verir. O, ölüleri bile diriltir, ona baş vurun!