English    Türkçe    فارسی   

6
3230-3254

  • ور به یک دکان علی گفتی بگیر  ** نان ازینجا بی‌حواله و بی‌زحیر  3230
  • Fakat bir dükkânda Ali’yin dedin mi oracıkta ekmeği parasız zahmetsiz alıver.
  • احول دو بین چو بی‌بر شد ز نوش  ** احول ده بینی ای مادر فروش 
  • Biri iki gören şaşı bile zevkten mahrum olur. Halbuki sen biri on görüyorsun ey anasını satan!
  • اندرین کاشان خاک از احولی  ** چون عمر می‌گرد چو نبوی علی 
  • Kâşan olan bir yeryüzünde şaşkınlığından Ali olmadınsa Ömer gibi gez dolan gayrı.
  • هست احول را درین ویرانه دیر  ** گوشه گوشه نقل نو ای ثم خیر 
  • Hadi hayra karşı bu yıkık manastırda şaşıya yeniden yeniye göçler vardır.
  • ور دو چشم حق‌شناس آمد ترا  ** دوست پر بین عرصه‌ی هر دو سرا 
  • Fakat hakkı tanıyan gören iki göze sahip olursan iki âlemde dostla dolu görürsün.
  • وا رهیدی از حواله‌ی جا به جا  ** اندرین کاشان پر خوف و رجا  3235
  • Bu korku ve ümitle dolu Kâşan’da oradan oraya yollanmadan kurtulursun.
  • اندرین جو غنچه دیدی یا شجر  ** هم‌چو هر جو تو خیالش ظن مبر 
  • Bu ırmakta konca, yahut ağaç gördün meselâ her ırmakta olduğu gibi onu hayal sanma.
  • که ترا از عین این عکس نقوش  ** حق حقیقت گردد و میوه‌فروش 
  • Bu nakışların aksi, doğrudur ve Tanrı bunlardan sana meyve satar.
  • چشم ازین آب از حول حر می‌شود  ** عکس می‌بیند سد پر می‌شود 
  • Göz, bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki akisleri görür sepeti meyvelerle dolar.
  • پس به معنی باغ باشد این نه آب  ** پس مشو عریان چو بلقیس از حباب 
  • Şu halde hakikatte bu su değildir bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri görüp soyunmaya kalkışma.
  • بار گوناگونست بر پشت خران  ** هین به یک چون این خران را تو مران  3240
  • Eşeklerin sırtında çeşit çeşit yükler var kendine gel, bu eşekleri bir sopayla sürme.
  • بر یکی خر بار لعل و گوهرست  ** بر یکی خر بار سنگ و مرمرست 
  • Eşeğin birindeki yük Lâal ve mücevherdir öbüründeki yük taş ve mermer.
  • بر همه جوها تو این حکمت مران  ** اندرین جو ماه بین عکسش مخوان 
  • Her ırmağı da bir sanma. Bu ırmakta ay gör, ayın aksi deme.
  • آب خضرست این نه آب دام و دد  ** هر چه اندر روی نماید حق بود 
  • Bu, hayvanların içtiği su değil Hızır’ın içtiği Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur.
  • زین تگ جو ماه گوید من مهم  ** من نه عکسم هم‌حدیث و هم‌رهم 
  • Bu ırmağın dibinde görünen ay, ben ayım, ayın aksi değilim, seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı eden benim der.
  • اندرین جو آنچ بر بالاست هست  ** خواه بالا خواه در وی دار دست  3245
  • Bu suyun üstünde ne varsa diler onlara el at, diler, suyun içine vuran akislerine.
  • از دگر جوها مگیر این جوی را  ** ماه دان این پرتو مه‌روی را 
  • Bu suyu, başka sulara kıyas etme. Bu ay yüzlünün ışığına ay de.
  • این سخن پایان ندارد آن غریب  ** بس گریست از درد خواجه شد کیب 
  • Bu sözün sonu gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi, bir hayli ağladı.
  • توزیع کردن پای‌مرد در جمله‌ی شهر تبریز و جمع شدن اندک چیز و رفتن آن غریب به تربت محتسب به زیارت و این قصه را بر سر گور او گفتن به طریق نوحه الی آخره 
  • Tebriz Kethüdasının, o adamın borcunu bütün Tebrizlilere taksimi, pek az bir para toplanışı. O garibin, muhtesibin mezarına gidip mezar başında halini anlatması ve teveccüh yoluyla ona ahvalini bildirmesi
  • واقعه‌ی آن وام او مشهور شد  ** پای مرد از درد او رنجور شد 
  • O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi ile dertlendi.
  • از پی توزیع گرد شهر گشت  ** از طمع می‌گفت هر جا سرگذشت 
  • Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli hararetli o adamın halini anlatmaya başladı.
  • هیچ ناورد از ره کدیه به دست  ** غیر صد دینار آن کدیه‌پرست  3250
  • Fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi.
  • پای مرد آمد بدو دستش گرفت  ** شد بگور آن کریم بس شگفت 
  • Gelip adama hali anlattı. Adam, Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti.
  • گفت چون توفیق یابد بنده‌ای  ** که کند مهمانی فرخنده‌ای 
  • Dedi ki: bir kula Tanrı muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa
  • مال خود ایثار راه او کند  ** جاه خود ایثار جاه او کند 
  • Ev sahibi onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder.
  • شکر او شکر خدا باشد یقین  ** چون به احسان کرد توفیقش قرین 
  • Artık ona şükretmek Tanrı’ya şükretmekten ibarettir. Çünkü Tanrı, o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.