English    Türkçe    فارسی   

6
332-356

  • ده دهش اکنون که صد بستانت هست  ** تا نگردی عاجز و ویران‌پرست 
  • Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
  • گفت پیغامبر که جنت از اله  ** گر همی‌خواهی ز کس چیزی مخواه 
  • Peygamber, Allah’dan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme.
  • چون نخواهی من کفیلم مر ترا  ** جنت الماوی و دیدار خدا 
  • Kimseden bir şey istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allahya da ulaşırsın dedi.
  • آن صحابی زین کفالت شد عیار  ** تا یکی روزی که گشته بد سوار  335
  • Bunu duyan sahabe de şu kefillik yüzünden öyle ayarı tam bir hale geldi ki bir gün ata binmiş, bir yere gidiyordu.
  • تازیانه از کفش افتاد راست  ** خود فرو آمد ز کس آنرا نخواست 
  • Elinden kamçısı düştü. Attan inip kendisi aldı, kimseden istemedi.
  • آنک از دادش نیاید هیچ بد  ** داند و بی‌خواهشی خود می‌دهد 
  • Çünkü Allah, bir şey verdi mi iyidir, kimseye kötü bir şey vermez. O, bilir ve adamın dileğini insan istemeden verir.
  • ور به امر حق بخواهی آن رواست  ** آنچنان خواهش طریق انبیاست 
  • Fakat Allah emri ile dilersen caizdir. Çünkü o çeşit istek, peygamberlerin yoludur.
  • بد نماند چون اشارت کرد دوست  ** کفر ایمان شد چون کفر از بهر اوست 
  • Sevgili emredince kötü kalmaz. Küfür onun için olursa iman kesilir.
  • هر بدی که امر او پیش آورد  ** آن ز نیکوهای عالم بگذرد  340
  • Onun emri ile olan kötülük, bütün âlem iyiliklerinden üstündür.
  • زان صدف گر خسته گردد نیز پوست  ** ده مده که صد هزاران در دروست 
  • Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır.
  • این سخن پایان ندارد بازگرد  ** سوی شاه و هم‌مزاج بازگرد 
  • Bu sözün sonu gelmez, dön de padişaha gel. Doğan kuşuna benze.
  • باز رو در کان چو زر ده‌دهی  ** تا رهد دستان تو از ده‌دهی 
  • Halis altın gibi dükkâna çık da ilenmeden, kınamadan kurtul.
  • صورتی را چون بدل ره می‌دهند  ** از ندامت آخرش ده می‌دهند 
  • Bir suret, gönüle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o suretten bezer.
  • توبه می‌آرند هم پروانه‌وار  ** باز نسیان می‌کشدشان سوی کار  345
  • Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder, fakat yine unutuş gelir, onu o yana çeker.
  • هم‌چو پروانه ز دور آن نار را  ** نور دید و بست آن سو بار را 
  • Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker.
  • چون بیامد سوخت پرش را گریخت  ** باز چون طفلان فتاد و ملح ریخت 
  • Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir, yaraya tuz eker.
  • بار دیگر بر گمان طمع سود  ** خویش زد بر آتش آن شمع زود 
  • Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar.
  • بار دیگر سوخت هم واپس بجست  ** باز کردش حرص دل ناسی و مست 
  • Yine yanar, sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder.
  • آن زمان کز سوختن وا می‌جهد  ** هم‌چو هندو شمع را ده می‌دهد  350
  • Hintli köle gibi bezdi de o işten vazgeçti mi işte o zaman yanmaktan kurtulur.
  • که ای رخت تابان چون ماه شب‌فروز  ** وی به صحبت کاذب و مغرورسوز 
  • Ey geceleri aydınlatan ay gibi yüzü parlak güzel, ey konuşup görüşmesine aldananı yakan yalancı, der.
  • باز از یادش رود توبه و انین  ** کاوهن الرحمن کید الکاذبین 
  • Fakat yine tövbe ve sızlanma, hatırından çıkar. Çünkü Allah, yalancıların düzenini zayıf bir hale getirir, bozar gider.
  • در عموم تاویل این آیت کی کلما اوقدوا نارا للحرب 
  • “Savaş ateşini yaktılar mı Allah söndürür” âyetinin herkese ait oluşu
  • کلما هم اوقدوا نار الوغی  ** اطفاء الله نارهم حتی انطفا 
  • Onlar, savaş ateşini yaktılar mı Allah, onların ateşini tamamiyle söndürür.
  • عزم کرده که دلا آنجا مه‌ایست  ** گشته ناسی زانک اهل عزم نیست 
  • İnsan azmeder der ki: Gönül, orada durma. Fakat yine unutur, çünkü azim ehli değildir ki.
  • چون نبودش تخم صدقی کاشته  ** حق برو نسیان آن بگماشته  355
  • Doğruluk tohumunu ekmemiş olduğundan Allah, ona o unutkanlığı verir.
  • گرچه بر آتش‌زنه‌ی دل می‌زند  ** آن ستاره‌ش را کف حق می‌کشد 
  • Gönül çakmağını çakmak ister ama Allah, o kıvılcımı söndürüverir.
  • قصه‌ای هم در تقریر این 
  • Bunu anlatan bir hikâye