English    Türkçe    فارسی   

6
3953-3977

  • لیک لعب هر یکی رنگی دگر  ** پیچش هر یک ز فرهنگی دگر 
  • Fakat her birinin oyunu başka bir çeşittir. Her birinin ezilip büzülmesi başka bir hünerdendir.
  • شوی و زن را گفته شد بهر مثال  ** که مکن ای شوی زن را بد گسیل 
  • Kocayla karıyı ey koca karını kötü tutma, hoş tut demek için örnek olarak söyledim.
  • آن شب گردک نه ینگا دست او  ** خوش امانت داد اندر دست تو  3955
  • Gerdek gecesi yenge onun elini tutup hoş bir emanet olarak senin eline vermedi mi?
  • کانچ با او تو کنی ای معتمد  ** از بد و نیکی خدا با تو کند 
  • Ey güvenilir kişi sen iyi kötü ne yaparsan Tanrı da sana onu yapar.
  • حاصل این‌جا این فقیه از بی‌خودی  ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی 
  • Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
  • آن فقیه افتاد بر آن حورزاد  ** آتش او اندر آن پنبه فتاد 
  • O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
  • جان به جان پیوست و قالب‌ها چخید  ** چون دو مرغ سربریده می‌طپید 
  • Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
  • چه سقایه چه ملک چه ارسلان  ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان  3960
  • Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı.
  • چشمشان افتاده اندر عین و غین  ** نه حسن پیداست این‌جا نه حسین 
  • Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
  • شد دراز و کو طریق بازگشت  ** انتظار شاه هم از حد گذشت 
  • Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
  • شاه آمد تا ببیند واقعه  ** دید آن‌جا زلزله‌ی القارعه 
  • Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
  • آن فقیه از بیم برجست و برفت  ** سوی مجلس جام را بربود تفت 
  • Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
  • شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال  ** تشنه‌ی خون دو جفت بدفعال  3965
  • Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı.
  • چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر  ** تلخ و خونی گشته هم‌چون جام زهر 
  • Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
  • بانگ زد بر ساقیش که ای گرم‌دار  ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر 
  • Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
  • خنده آمد شاه را گفت ای کیا  ** آمدم با طبع آن دختر ترا 
  • Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
  • پادشاهم کار من عدلست و داد  ** زان خورم که یار را جودم بداد 
  • Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
  • آنچ آن را من ننوشم هم‌چو نوش  ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش  3970
  • Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım?
  • زان خورانم من غلامان را که من  ** می‌خورم بر خوان خاص خویشتن 
  • Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
  • زان خورانم بندگان را از طعام  ** که خورم من خود ز پخته یا ز خام 
  • Pişmiş olsun, ham olsun… Ne yemek yersem kölelerime onu yedirir, onları o yemekle beslerim.
  • من چو پوشم از خز و اطلس لباس  ** زان بپوشانم حشم را نه پلاس 
  • Kürkten, atlastan ne giyersem kölelerime de onu giydiririm, onlara köhne elbiseler giydirmem.
  • شرم دارم از نبی ذو فنون  ** البسوهم گفت مما تلبسون 
  • Hüner sahibi Peygamberden utanırım. O “ Hizmetçinize siz ne giyiyorsanız onu giydirin” dedi.
  • مصطفی کرد این وصیت با بنون  ** اطعموا الاذناب مما تاکلون  3975
  • Mustafa, evladı olan ümmetine “ Elinizin altındakilere yediğiniz şeyden yedirin” diye vasiyette bulundu.
  • دیگران را بس به طبع آورده‌ای  ** در صبوری چست و راغب کرده‌ای 
  • Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.
  • هم به طبع‌آور بمردی خویش را  ** پیشوا کن عقل صبراندیش را 
  • Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir. Sabır düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.