English    Türkçe    فارسی   

1
3414-3463

  • هین به عکسی یا به ظنی هم شما ** در میفتید از مقامات سما
  • Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan düşmeyesiniz.
  • گر چه هاروتید و ماروت و فزون ** از همه بر بام نحن الصافون‌‌ 3415
  • Hârût’la Mârût’sanız da, “ Biz sana saf saf ibadet ediyoruz” damının üstünde herkesten ileriyseniz de.
  • بر بدیهای بدان رحمت کنید ** بر منی و خویش بینی کم تنید
  • Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin kendini görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın.
  • هین مبادا غیرت آید از کمین ** سر نگون افتید در قعر زمین‌‌
  • Kendinize gelin. Tanrı gayreti, pusudan çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz.
  • هر دو گفتند ای خدا فرمان تراست ** بی‌‌امان تو امانی خود کجاست‌‌
  • İkisi de dediler ki: “ Tanrı, ferman senin,senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir ihsan, nerede bir koruyan?”
  • این همی‌‌گفتند و دلشان می‌‌طپید ** بد کجا آید ز ما نعم العبید
  • Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip hükmetmek için yürekleri oynamaktaydı. “ Bizden kötülük gelir mi? Biz ne güzel kullarız!” diyorlardı.
  • خار خار دو فرشته هم نهشت ** تا که تخم خویش بینی را نکشت‌‌ 3420
  • Bunların bu gurur ve istekleri, kendilerini rahat bırakmadı: nihayet bunları kendilerini beğenmiş bir hale soktu.
  • پس همی‌‌گفتند کای ارکانیان ** بی‌‌خبر از پاکی روحانیان‌‌
  • “Ey toprağa, suya, yere, ateşe mensup insanlar, ey ruhanilerin temizliğinden haberi olmayanlar.
  • ما بر این گردون تتقها می‌‌تنیم ** بر زمین آییم و شادروان زنیم‌‌
  • Biz şu gökyüzünün üstünde perdeler dokuyor, yeryüzüne inip şadırvanlar kuruyoruz.
  • عدل توزیم و عبادت آوریم ** باز هر شب سوی گردون بر پریم‌‌
  • Adalet yapar, ibadet eder; her gece yine göklere uçar gideriz.
  • تا شویم اعجوبه‌‌ی دور زمان ** تا نهیم اندر زمین امن و امان‌‌
  • Bu suretle de şu devrin şaşılacak büyükleri olur, yeryüzüne adalet ve emniyeti yayarız” diyorlardı.
  • آن قیاس حال گردون بر زمین ** راست ناید فرق دارد در کمین‌‌ 3425
  • Gökyüzü ahvalini yeryüzüne kıyas ettiler, fakat bu kıyas, doğru değil... Arada büyük bir fark var!
  • در بیان آن که حال خود و مستی خود پنهان باید داشت از جاهلان‌‌
  • Halini, neşe ve sarhoşluğunu cahillerden saklamak lâzımdır
  • بشنو الفاظ حکیم پرده‌‌ای ** سر همانجا نه که باده خورده‌‌ای‌‌
  • Perde altına girmiş olan Hakîmin sözünü dinle: Şarap içtiğin yere baş koy, yat.
  • چون که از میخانه مستی ضال شد ** تسخر و بازیچه‌‌ی اطفال شد
  • Meyhaneden çıkıp yol, yanılan sarhoş, çocukların maskarası ve oyuncağı olur.
  • می‌‌فتد او سو به سو بر هر رهی ** در گل و می‌‌خنددش هر ابلهی‌‌
  • Her tarafa, her yola, çamurların içine düşer, her ahmak da ona güler.
  • او چنین و کودکان اندر پی‌‌اش ** بی‌‌خبر از مستی و ذوق می‌‌اش‌‌
  • O bu haldeyken onun sarhoşluğundan, içtiği şarabın neşe ve zevkinden haberleri olmayan çocuklar peşine takılırlar.
  • خلق اطفال‌‌اند جز مست خدا ** نیست بالغ جز رهیده از هوا 3430
  • Tanrı sarhoşundan başka bütün halk, çocuktur. Heva ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka baliğ yoktur.
  • گفت دنیا لعب و لهو است و شما ** کودکید و راست فرماید خدا
  • Tanrı “ Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız.” Dedi. Tanrı doğru buyurur.
  • از لعب بیرون نرفتی کودکی ** بی‌‌ذکات روح کی باشد ذکی‌‌
  • Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun. Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz?
  • چون جماع طفل دان این شهوتی ** که همی‌‌رانند اینجا ای فتی‌‌
  • Dünyada daima istenen, peşinde koşulan, bir türlü terk edilemeyen bu şehvet; bil ki çocukların cimaı gibidir.
  • آن جماع طفل چه بود بازیی ** با جماع رستمی و غازیی‌‌
  • Çocuğun cimaı nedir ki? Bir Rüstem’in, bir yiğidin cimaına nispetle oyundan ibaret.
  • جنگ خلقان همچو جنگ کودکان ** جمله بی‌‌معنی و بی‌‌مغز و مهان‌‌ 3435
  • Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir. Tamamı ile mânasız, esassız ve hor!
  • جمله با شمشیر چوبین جنگشان ** جمله در لاینفعی آهنگشان‌‌
  • Hepsi sopadan kılıçlarla savaşırlar. Hepsi faydasız bir şeyle uğraşıp dururlar.
  • جمله‌‌شان گشته سواره بر نیی ** کاین براق ماست یا دلدل پیی‌‌
  • Hepsi, bu bizim Burak’ımız Düldül yürüyüşlü atımız diye bir sopaya binmiştir.
  • حامل‌‌اند و خود ز جهل افراشته ** راکب و محمول ره پنداشته‌‌
  • Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar.
  • باش تا روزی که محمولان حق ** اسب تازان بگذرند از نه طبق‌‌
  • Hele dur... halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak!
  • تعرج الروح إلیه و الملک ** من عروج الروح یهتز الفلک‌‌ 3440
  • O gün ruh ve melek Tanrı’ya yücelir. Ruhun yücelmesinden gök titrer!
  • همچو طفلان جمله‌‌تان دامن سوار ** گوشه‌‌ی دامن‌‌گرفته اسب‌‌وار
  • Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz... Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz!
  • از حق إن الظن لا يغنی رسید ** مرکب ظن بر فلک‌‌ها کی دوید
  • Tanrı’dan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez” hükmü gelmiştir. Zan merkebi nerede gökler koşacak?
  • اغلب الظنین فی ترجیح ذا ** لا تماری الشمس فی توضیحها
  • İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir. Fakat güneş zuhur etti mi... onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez.
  • آن گهی بینید مرکبهای خویش ** مرکبی سازیده‌‌اید از پای خویش‌‌
  • İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz...
  • وهم و فکر و حس و ادراک شما ** همچو نی دان مرکب کودک هلا 3445
  • Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil!
  • علمهای اهل دل حمالشان ** علمهای اهل تن احمالشان‌‌
  • Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.
  • علم چون بر دل زند یاری شود ** علم چون بر تن زند باری شود
  • Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.
  • گفت ایزد یحمل اسفاره ** بار باشد علم کان نبود ز هو
  • Tanrı “ Yahmilü esfâra-Tevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer” dedi. Tanrı’dan olmayan bilgi yüktür.
  • علم کان نبود ز هو بی‌‌واسطه ** آن نپاید همچو رنگ ماشطه‌‌
  • Tanrı’dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider.
  • لیک چون این بار را نیکو کشی ** بار بر گیرند و بخشندت خوشی‌‌ 3450
  • Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler.
  • هین مکش بهر هوا آن بار علم ** تا ببینی در درون انبار علم‌‌
  • Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin.
  • تا که بر رهوار علم آیی سوار ** بعد از آن افتد ترا از دوش بار
  • İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar.
  • از هواها کی رهی بی‌‌جام هو ** ای ز هو قانع شده با نام هو
  • Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “Hu” ismine kani olan!
  • از صفت و ز نام چه زاید خیال ** و آن خیالش هست دلال وصال‌‌
  • Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur.
  • دیده‌‌ای دلال بی‌‌مدلول هیچ ** تا نباشد جاده نبود غول هیچ‌‌ 3455
  • Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz...
  • هیچ نامی بی‌‌حقیقت دیده‌‌ای ** یا ز گاف و لام گل گل چیده‌‌ای‌‌
  • Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kâf ve Lâm harflerinden gül topladın mı?
  • اسم خواندی رو مسمی را بجو ** مه به بالا دان نه اندر آب جو
  • Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara. Ayı gökte bil derede değil!
  • گر ز نام و حرف خواهی بگذری ** پاک کن خود را ز خود هین یک سری‌‌
  • Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!)
  • همچو آهن ز آهنی بی‌‌رنگ شو ** در ریاضت آینه‌‌ی بی‌‌زنگ شو
  • Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol!
  • خویش را صافی کن از اوصاف خود ** تا ببینی ذات پاک صاف خود 3460
  • Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi sâf, pak zatını göresin.
  • بینی اندر دل علوم انبیا ** بی‌‌کتاب و بی‌‌معید و اوستا
  • O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun.
  • گفت پیغمبر که هست از امتم ** کاو بود هم گوهر و هم همتم‌‌
  • Peygamber “ ümmetimden öyleleri vardır ki onlar, benimle aynı yaratılıştadırlar, benimle aynı himmete sahiptirler.
  • مر مرا ز آن نور بیند جانشان ** که من ایشان را همی‌‌بینم بدان‌‌
  • Ben onları hangi nurla görüyorsam onların canları da beni mutlaka aynı nurla görür” dedi.