English    Türkçe    فارسی   

1
3549-3598

  • اوت گوید ریش و سبلت بر مخند ** آینه و میزان و آن گه ریو و پند
  • Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
  • چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت‌‌ 3550
  • Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti.
  • این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان‌‌
  • Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
  • لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
  • Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
  • گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل‌‌
  • Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
  • هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
  • Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
  • گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی‌‌ 3555
  • Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün.
  • یک سر انگشت پرده‌‌ی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
  • Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
  • تا بپوشاند جهان را نقطه‌‌ای ** مهر گردد منکسف از سقطه‌‌ای‌‌
  • Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
  • لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
  • Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
  • همچو چشمه‌‌ی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل‌‌
  • Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.
  • چار جوی جنت اندر حکم ماست ** این نه زور ما ز فرمان خداست‌‌ 3560
  • Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir. Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir.
  • هر کجا خواهیم داریمش روان ** همچو سحر اندر مراد ساحران‌‌
  • Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
  • همچو این دو چشمه‌‌ی چشم روان ** هست در حکم دل و فرمان جان‌‌
  • Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çeşmesi gibi...
  • گر بخواهد رفت سوی زهر و مار ** ور بخواهد رفت سوی اعتبار
  • Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
  • گر بخواهد سوی محسوسات رفت ** ور بخواهد سوی ملبوسات رفت‌‌
  • Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar.
  • گر بخواهد سوی کلیات راند ** ور بخواهد حبس جزویات ماند 3565
  • Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler.
  • همچنین هر پنج حس چون نایزه ** بر مراد و امر دل شد جایزه‌‌
  • Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tâbi ise) aynı tarzda gönle tâbidir. Onun muradınca ve onun emrine göre iş görür.
  • هر طرف که دل اشارت کردشان ** می‌‌رود هر پنج حس دامن کشان‌‌
  • Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider.
  • دست و پا در امر دل اندر ملا ** همچو اندر دست موسی آن عصا
  • Musa’nın elindeki sopa nasıl Musa’ya tâbi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tâbidir.
  • دل بخواهد پا در آید زو به رقص ** یا گریزد سوی افزونی ز نقص‌‌
  • Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı yürümeye başlar.
  • دل بخواهد دست آید در حساب ** با اصابع تا نویسد او کتاب‌‌ 3570
  • Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut kitap yazar.
  • دست در دست نهانی مانده است ** او درون تن را برون بنشانده است‌‌
  • El, gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dışarıya teni dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir.
  • گر بخواهد بر عدو ماری شود ** ور بخواهد بر ولی یاری شود
  • Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur.
  • ور بخواهد کفچه‌‌ای در خوردنی ** ور بخواهد همچو گرز ده منی‌‌
  • Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.
  • دل چه می‌‌گوید بدیشان ای عجب ** طرفه وصلت طرفه پنهانی سبب‌‌
  • Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep!
  • دل مگر مهر سلیمان یافته ست ** که مهار پنج حس بر تافته ست‌‌ 3575
  • Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte!
  • پنج حسی از برون میسور او ** پنج حسی از درون مأمور او
  • Beş zahirî duygu dışarıda kolayca onun mahkûmu olmuş, beş bâtınî duyguda içeride onun memuru...
  • ده حس است و هفت اندام و دگر ** آن چه اندر گفت ناید می‌‌شمر
  • On duygu bunlardan başka yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler... Gayri sen say.
  • چون سلیمانی دلا در مهتری ** بر پری و دیو زن انگشتری‌‌
  • Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın... Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet!
  • گر در این ملکت بری باشی ز ریو ** خاتم از دست تو نستاند سه دیو
  • Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz.
  • بعد از آن عالم بگیرد اسم تو ** دو جهان محکوم تو چون جسم تو 3580
  • Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar.
  • ور ز دستت دیو خاتم را ببرد ** پادشاهی فوت شد بختت بمرد
  • Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir.
  • بعد از آن یا حسرتا شد یا عباد ** بر شما محتوم تا یوم التناد
  • Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik!” der, durursunuz.
  • مکر خود را گر تو انکار آوری ** از ترازو و آینه کی جان بری‌‌
  • Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?”
  • متهم کردن غلامان و خواجه‌‌تاشان مر لقمان را که آن میوه‌‌های ترونده که می‌‌آوردیم او خورده است‌‌
  • ”Getirdiğimiz turfanda meyveleri o yedi” diye kölelerle kapı yoldaşlarının, suçlarını Lokman’ın üstüne atmaları
  • بود لقمان پیش خواجه‌‌ی خویشتن ** در میان بندگانش خوار تن‌‌
  • Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakîr görünmekteydi.
  • می‌‌فرستاد او غلامان را به باغ ** تا که میوه آیدش بهر فراغ‌‌ 3585
  • Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi.
  • بود لقمان در غلامان چون طفیل ** پر معانی تیره صورت همچو لیل‌‌
  • Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
  • آن غلامان میوه‌‌های جمع را ** خوش بخوردند از نهیب طمع را
  • Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
  • خواجه را گفتند لقمان خورد آن ** خواجه بر لقمان ترش گشت و گران‌‌
  • Efendilerine de “ Lokman yedi” dediler. Efendi, Lokman’a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı.
  • چون تفحص کرد لقمان از سبب ** در عتاب خواجه‌‌اش بگشاد لب‌‌
  • Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp.
  • گفت لقمان سیدا پیش خدا ** بنده‌‌ی خاین نباشد مرتضا 3590
  • “ Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz.
  • امتحان کن جمله‌‌مان را ای کریم ** سیرمان در ده تو از آب حمیم‌‌
  • Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su içir.
  • بعد از آن ما را به صحرایی کلان ** تو سواره ما پیاده می‌‌دوان‌‌
  • Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur.
  • آن گهان بنگر تو بد کردار را ** صنعهای کاشف الاسرار را
  • O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Tanrı’nın işlerini seyret” dedi.
  • گشت ساقی خواجه از آب حمیم ** مر غلامان را و خوردند آن ز بیم‌‌
  • Efendi, kullara sâki oldu, sıcak suyu içirdi. Onlarda korkularından içtiler.
  • بعد از آن می‌‌راندشان در دشتها ** می‌‌دویدندی میان کشتها 3595
  • Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı. Kullar aşağı yukarı koşup duruyorlardı.
  • قی در افتادند ایشان از عنا ** آب می‌‌آورد ز یشان میوه‌‌ها
  • Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı.
  • چون که لقمان را در آمد قی ز ناف ** می‌‌برآمد از درونش آب صاف‌‌
  • Lokman’ın da gönlü bulandı, o da kustu. Fakat onun karnından halis su geldi.
  • حکمت لقمان چو داند این نمود ** پس چه باشد حکمت رب الوجود
  • Lokman’ın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan Tanrı’nın hikmeti nelere kadir değildir?