English    Türkçe    فارسی   

2
1248-1297

  • مصطفی فرمود از گفت جحیم ** کاو به مومن لابه گر گردد ز بیم‏
  • Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: “ Cehennem, korkusundan mümine yalvararak,
  • گویدش بگذر ز من ای شاه زود ** هین که نورت سوز نارم را ربود
  • “Padişahım, çabuk geç, Nurun, ateşimi söndürecek” der.
  • پس هلاک نار نور مومن است ** ز انکه بی‏ضد دفع ضد لا یمکن است‏ 1250
  • Şu halde ateşi helâk eden, müminin nurudur. Çünkü bir şeyi zıddından başka bir şeyle gidermek imkânsızdır.
  • نار ضد نور باشد روز عدل ** کان ز قهر انگیخته شد این ز فضل‏
  • Adalet gününde ateş, nurun zıddıdır, zira ateş kahırdan meydana gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan.
  • گر همی‏خواهی تو دفع شر نار ** آب رحمت بر دل آتش گمار
  • Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu saç!
  • چشمه‏ی آن آب رحمت مومن است ** آب حیوان روح پاک محسن است‏
  • O rahmet suyunun kaynağı mümindir. Âbıhayat, ihsan sahibinin pak ruhudur.
  • بس گریزان است نفس تو از او ** ز انکه تو از آتشی او آب جو
  • Nefsin ondan kaçmakta. Çünkü sen ateştensin, o su, ırmak suyu.
  • ز آب آتش ز آن گریزان می‏شود ** کاتشش از آب ویران می‏شود 1255
  • Ateş, sudan söndüğündendir ki sudan kaçmaktadır.
  • حس و فکر تو همه از آتش است ** حس شیخ و فکر او نور خوش است‏
  • Senin duygun, fikrin hep ateşten. Şeyhin duygusu ve fikri ise o güzel nur.
  • آب نور او چو برآتش چکد ** چک چک از آتش بر آید بر جهد
  • Onun nur suyu ateşe damladı mı ateşten cız, cız sesi çıkmaya başlar.
  • چون کند چک چک تو گویش مرگ و درد ** تا شود این دوزخ نفس تو سرد
  • O cızladıkça sen ona “ Öl, bit” de ki, bu nefis cehennemin sönsün.
  • تا نسوزد او گلستان تو را ** تا نسوزد عدل و احسان تو را
  • Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını söndürmesin.
  • بعد از آن چیزی که کاری بردهد ** لاله و نسرین و سیسنبردهد 1260
  • O söndükten sonra ne dikersen biter… Lâleler, ak güller, marsamalar çıkar.
  • باز پهنا می‏رویم از راه راست ** باز گرد ای خواجه راه ما کجاست‏
  • Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz nerede?
  • اندر آن تقریر بودیم ای حسود ** که خرت لنگ است و منزل دور زود
  • Şunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de adamakıllı uzak.
  • سال بی‏گه گشت وقت کشت نی ** جز سیه رویی و فعل زشت نی‏
  • Yıl geçti, ekin vakti değil. Yüz karalığından, kötü işten başka da mahsul yok.
  • کرم در بیخ درخت تن فتاد ** بایدش بر کند و در آتش نهاد
  • Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.
  • هین و هین ای راه رو بی‏گاه شد ** آفتاب عمر سوی چاه شد 1265
  • Yolcu, kendine gel, kendine… Vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu.
  • این دو روزک را که زورت هست زود ** پیر افشانی بکن از راه جود
  • Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna sarf et.
  • این قدر تخمی که مانده ستت بباز ** تا بروید زین دو دم عمر دراز
  • Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin.
  • تا نمرده ست این چراغ با گهر ** هین فتیله‏اش ساز و روغن زودتر
  • Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele.
  • هین مگو فردا که فرداها گذشت ** تا به کلی نگذرد ایام کشت‏
  • Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti. Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol!
  • پند من بشنو که تن بند قوی است ** کهنه بیرون کن گرت میل نوی است‏ 1270
  • Nasihatimi dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
  • لب ببند و کف پر زر بر گشا ** بخل تن بگذار و پیش آور سخا
  • Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al.
  • ترک شهوتها و لذتها سخاست ** هر که در شهوت فرو شد بر نخاست‏
  • Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır.
  • این سخا شاخی است از سرو بهشت ** وای او کز کف چنین شاخی بهشت‏
  • Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana.
  • عروة الوثقی است این ترک هوا ** بر کشد این شاخ جان را بر سما
  • Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker.
  • تا برد شاخ سخا ای خوب کیش ** مر ترا بالا کشان تا اصل خویش‏ 1275
  • Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eriştirdi mi,
  • یوسف حسنی و این عالم چو چاه ** وین رسن صبر است بر امر اله‏
  • Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
  • یوسفا آمد رسن در زن دو دست ** از رسن غافل مشو بی‏گه شده ست‏
  • Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.
  • حمد لله کین رسن آویختند ** فضل و رحمت را بهم آمیختند
  • Allah’a hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
  • تا ببینی عالم جان جدید ** عالم بس آشکار ناپدید
  • Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
  • این جهان نیست چون هستان شده ** و آن جهان هست بس پنهان شده‏ 1280
  • Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
  • خاک بر باد است و بازی می‏کند ** کژنمایی پرده سازی می‏کند
  • Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
  • اینکه بر کار است بی‏کار است و پوست ** و انکه پنهان است مغز و اصل اوست‏
  • Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
  • خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
  • Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
  • چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
  • Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
  • اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار 1285
  • Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir.
  • چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بی‏سواره اسب خود ناید به کار
  • Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
  • پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
  • Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
  • چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بی‏چشم شه مضطر بود
  • Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
  • چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
  • Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
  • نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود 1290
  • Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir.
  • اسب بی‏راکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه‏
  • Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
  • سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است‏
  • Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
  • نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی‏ نور این بود
  • His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
  • نور حسی می‏کشد سوی ثری ** نور حقش می‏برد سوی علی‏
  • His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
  • ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است‏ 1295
  • Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.
  • لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
  • Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
  • نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیده‏گان‏
  • Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.