English    Türkçe    فارسی   

2
1358-1407

  • جان و عقل من فدای بحر باد ** خونبهای عقل و جان این بحر داد
  • Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da.
  • تا که پایم می‏رود رانم در او ** چون نماند پا چو بطانم در او
  • Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları gibi denize dalarım.
  • بی‏ادب حاضر ز غایب خوشتر است ** حلقه گر چه کژ بود نه بر در است‏ 1360
  • Huzur da bulunan bîedep kişi huzurda bulunmayan kişiden daha hoştur. Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi?
  • ای تن آلوده به گرد حوض گرد ** پاک کی گردد برون حوض مرد
  • Ey teni bulaşmış, pisleşmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş. İnsan, havuzun dışındayken nasıl temizlenir?
  • پاک کاو از حوض مهجور اوفتاد ** او ز پاکی خویش هم دور اوفتاد
  • Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam bâtın temizliğinden bile uzak düşmüştür.
  • پاکی این حوض بی‏پایان بود ** پاکی اجسام کم میزان بود
  • Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur. Cisimlerin temizliği ise pek az bir miktarda olabilir.
  • ز انکه دل حوض است لیکن در کمین ** سوی دریا راه پنهان دارد این‏
  • Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu var.
  • پاکی محدود تو خواهد مدد ** ور نه اندر خرج کم گردد عدد 1365
  • Senin muayyen miktardaki temizliğin yardım ister. Yoksa sayılı şey harcandıkça azalır.
  • آب گفت آلوده را در من شتاب ** گفت آلوده که دارم شرم از آب‏
  • Su, pis adama “ Bana koş” der. Pis adamsa “ Sudan utanıyorum” der.
  • گفت آب این شرم بی‏من کی رود ** بی‏من این آلوده زایل کی شود
  • Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?”
  • ز آب هر آلوده کاو پنهان شود ** الحیاء یمنع الإیمان بود
  • Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep olur.
  • دل ز پایه‏ی حوض تن گلناک شد ** تن ز آب حوض دلها پاک شد
  • Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
  • گرد پایه‏ی حوض دل گرد ای پسر ** هان ز پایه‏ی حوض تن می‏کن حذر 1370
  • Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın!
  • بحر تن بر بحر دل بر هم زنان ** در میانشان برزخ لا یبغیان‏
  • Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
  • گر تو باشی راست ور باشی تو کژ ** پیشتر می‏غژ بدو واپس مغژ
  • İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
  • پیش شاهان گر خطر باشد به جان ** لیک نشکیبد از او با همتان‏
  • Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
  • شاه چون شیرین‏تر از شکر بود ** جان به شیرینی رود خوشتر بود
  • Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru.
  • ای ملامت گر سلامت مر ترا ** ای سلامت جو تویی واهی العری‏ 1375
  • Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak!
  • جان من کوره ست با آتش خوش است ** کوره را این بس که خانه‏ی آتش است‏
  • Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak yeter.
  • همچو کوره عشق را سوزیدنی است ** هر که او زین کور باشد کوره نیست‏
  • Bana ocak gibi aşka yanmak düştü. Bundan kör olansa zaten ocak değildir.
  • برگ بی‏برگی ترا چون برگ شد ** جان باقی یافتی و مرگ شد
  • Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan canı buldun, ölümden kurtuldun demektir.
  • چون ترا غم شادی افزودن گرفت ** روضه‏ی جانت گل و سوسن گرفت‏
  • Gamdan neşe artmaya başladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle dolar.
  • آن چه خوف دیگران آن امن تست ** بط قوی از بحر و مرغ خانه سست‏ 1380
  • Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir. Su kuşu, denizden kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur.
  • باز دیوانه شدم من ای طبیب ** باز سودایی شدم من ای حبیب‏
  • Ey tabip, ben; yine divane oldum. Sevgili, ben yine kara sevdalara uğradım.
  • حلقه‏های سلسله‏ی تو ذو فنون ** هر یکی حلقه دهد دیگر جنون‏
  • Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var. Her halka, başka bir delilik vermede.
  • داد هر حلقه فنونی دیگر است ** پس مرا هر دم جنونی دیگر است‏
  • Her halkanın eseri, başka, başka fenler. Onun için her an başka deliliklerim var.
  • پس فنون باشد جنون این شد مثل ** خاصه در زنجیر این میر اجل‏
  • Darbı meseldir, delilikler; fen, fen, çeşit çeşittir. Hele böyle ulu bir beyin zincirine bağlanmış kişide olursa!
  • آن چنان دیوانگی بگسست بند ** که همه دیوانگان پندم دهند 1385
  • Bağımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün divaneler bana nasihat verirler!
  • آمدن دوستان به بیمارستان جهت پرسش ذو النون مصری
  • Zünnun’un hatırını sormak üzere dostlarının tımarhaneye gelmeleri
  • این چنین ذو النون مصری را فتاد ** کاندر او شور و جنونی نو بزاد
  • Bu çeşit delilik, Zünnun’u, Mısri’nin de başına geldi. Onda yeni, yeni coşkunluklar, cezbeler meydana gelmekteydi.
  • شور چندان شد که تا فوق فلک ** می‏رسید از وی جگرها را نمک‏
  • Coşkunluğu âdeta göğün üstüne erişecek bir dereceyi buluyor, ciğerler acısı bir hale geliyordu.
  • هین منه تو شور خود ای شوره خاک ** پهلوی شور خداوندان پاک‏
  • Kendine gel ey çorak toprak, kendi coşkunluğunu bu işe sahip olan temiz kişilerin coşkunluğu ile bir tutma!
  • خلق را تاب جنون او نبود ** آتش او ریشهاشان می‏ربود
  • Halk onun deliliğine tahammül edemez bir hale geldi. Ateşi, âdeta halkın sakalını tutuşturmaktaydı.
  • چون که در ریش عوام آتش فتاد ** بند کردندش به زندانی نهاد 1390
  • Avamın sakalına ateş düşünce onu körlüklerinden, inatlarından tutup bağladılar.
  • نیست امکان واکشیدن این لگام ** گر چه زین ره تنگ می‏آیند عام‏
  • Halk, bu yolda umumiyetle dara düşse de yine yuları geri çekmeye imkân yoktur.
  • دیده این شاهان ز عامه خوف جان ** کاین گره کورند و شاهان بی‏نشان‏
  • Bu padişahların hepsi, halktan can korkusuna düştüler. Çünkü bu güruh kördür, padişahların da nişanı yok!
  • چون که حکم اندر کف رندان بود ** لاجرم ذو النون در زندان بود
  • Hüküm külhaniler eline geçince nihayet Zünnun zindana düştü.
  • یک سواره می‏رود شاه عظیم ** در کف طفلان چنین در یتیم‏
  • Bir tek ulu padişah, tek başına atına binmiş, gitmekte. Ardına düşen, ona uyan yok. Böyle bir eşi bulunmaz inci, çocukların eline düşmüş. Kadrini bilen anlayan yok.
  • در چه دریا نهان در قطره‏ای ** آفتابی مخفی اندر ذره‏ای‏ 1395
  • İnci de nedir ki? Bir katrada gizlenmiş bir deniz.. bir zerreye sığmış güneş!
  • آفتابی خویش را ذره نمود ** و اندک اندک روی خود را بر گشود
  • Öyle bir güneş ki kendisini zerre gösterdi de yavaş, yavaş yüzünü açtı.
  • جمله‏ی ذرات در وی محو شد ** عالم از وی مست گشت و صحو شد
  • Bütün zerreler, onda yok oldu. Âlem, onun yüzünden sarhoş oldu, onun yüzünden kendisine geldi.
  • چون قلم در دست غداری بود ** بی‏گمان منصور بر داری بود
  • Fakat kalem, bir gaddarın elinde oldu mu şüphe yok, Mansur, dâra çekilir.
  • چون سفیهان راست این کار و کیا ** لازم آمد یقتلون الأنبیاء
  • Bu hüküm, bu hükümet, kötü kişilerin elinde oldukça elbette peygamberleri öldürmek lâzım.
  • انبیا را گفته قومی راه گم ** از سفه إنا تطیرنا بکم‏ 1400
  • Yol azıtmış kavim, aptallıklarından peygamberlere “ Biz, sizi şom bilmekteyiz. Bize sizin yüzünüzden kötülük geliyor” dedi.
  • جهل ترسا بین امان انگیخته ** ز آن خداوندی که گشت آویخته‏
  • Hıristiyanların cehaletine bak ki asılan bir Allahtan medet ummaktadır.
  • چون به قول اوست مصلوب جهود ** پس مر او را امن کی تاند نمود
  • Çünkü onlarca İsa’yı Yahudiler asmıştır. Peki, iş böyleyse ona kim imdat etsin?
  • چون دل آن شاه ز ایشان خون بود ** عصمت و أنت فیهم چون بود
  • O padişahın yüreği, onların yüzünden kan olunca “ Sen, onların içinde oldukça Allah onlara azap göndermez” hükmü nasıl olur da sürüp gider?
  • زر خالص را و زرگر را خطر ** باشد از قلاب خاین بیشتر
  • Hain kalpazandan, halis altınla kuyumcu, daha fazla korkar.
  • یوسفان از رشک زشتان مخفیند ** کز عدو خوبان در آتش می‏زیند 1405
  • Yusuflar, çirkin kişilerin hasedinden korkup gizlenirler. Güzeller, düşman korkusundan ateş içinde yaşarlar.
  • یوسفان از مکر اخوان در چه‏اند ** کز حسد یوسف به گرگان می‏دهند
  • Yusuflar, kardeşlerinin hilesi yüzünden kuyuya düşmüşlerdir. Çünkü o kardeşler, hasetlerinden Yusuf’u kurtlara verip dururlar.
  • از حسد بر یوسف مصری چه رفت ** این حسد اندر کمین گرگی است زفت‏
  • Hasetten Mısır Yusuf’unun başına neler geldi? Bu haset, pusuya yatmış büyük bir kurttur.