English    Türkçe    فارسی   

2
3621-3670

  • این کلیله و دمنه جمله افتری است ** ور نه کی با زاغ لکلک را مری است‏
  • Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle ne alışverişi olur,nasıl leylekle savaşır?” deme.
  • ای برادر قصه چون پیمانه‏ای است ** معنی اندر وی مثال دانه‏ای است‏
  • Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mana içindeki taneye.
  • دانه‏ی معنی بگیرد مرد عقل ** ننگرد پیمانه را گر گشت نقل‏
  • Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu? Ona bakmaz.
  • ماجرای بلبل و گل گوش دار ** گر چه گفتی نیست آن جا آشکار
  • Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
  • سخن گفتن به زبان حال و فهم کردن آن
  • Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması
  • ماجرای شمع با پروانه نیز ** بشنو و معنی گزین کن ای عزیز 3625
  • Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların manasına vâkıf ol güzelim.
  • گر چه گفتی نیست سر گفت هست ** هین ببالا پر مپر چون جغد پست‏
  • Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, manası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma.
  • گفت در شطرنج کاین خانه‏ی رخ است ** گفت خانه از کجاش آمد بدست‏
  • Birisi “Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan “O, evi nereden elde etmiş?”
  • خانه را بخرید یا میراث یافت ** فرخ آن کس کاو سوی معنی شتافت‏
  • Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mana anlayana!
  • گفت نحوی زید عمرا قد ضرب ** گفت چونش کرد بی‏جرمی ادب‏
  • Nahivcilerden biri “Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüş?
  • عمرو را جرمش چه بد کان زید خام ** بی‏گنه او را بزد همچون غلام‏ 3630
  • Amr’ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der.
  • گفت این پیمانه‏ی معنی بود ** گندمی بستان که پیمانه است رد
  • Nahivci, “Bu, mana ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.
  • زید و عمرو از بهر اعراب است و ساز ** گر دروغ است آن تو با اعراب ساز
  • Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de,
  • گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بی‏گناه و بی‏خطا
  • Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
  • گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
  • Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
  • زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد 3635
  • Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım!
  • پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان‏
  • Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
  • گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان‏
  • Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
  • گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است‏
  • Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
  • ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است‏
  • Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
  • بر دروغان جمع می‏آید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ‏
  • Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
  • دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگ‏لاخ‏ 3640
  • Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir.
  • جستن آن درخت که هر که میوه‏ی آن درخت خورد نمیرد
  • Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
  • گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان‏
  • Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
  • هر کسی کز میوه‏ی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
  • Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
  • پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوه‏اش شد عاشقی‏
  • Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
  • قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب‏
  • Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
  • سالها می‏گشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو 3645
  • Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar.
  • شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت‏
  • Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
  • هر که را پرسید کردش ریشخند ** کاین که جوید جز مگر مجنون بند
  • Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
  • بس کسان صفعش زدند اندر مزاح ** بس کسان گفتند ای صاحب فلاح‏
  • Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
  • جستجوی چون تو زیرک سینه صاف ** کی تهی باشد کجا باشد گزاف‏
  • Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
  • وین مراعاتش یکی صفعی دگر ** وین ز صفع آشکارا سخت‏تر 3650
  • Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hatta bu enikonu tokattan da beter!
  • می‏ستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ‏
  • Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
  • در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
  • Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
  • قاصد شه بسته در جستن کمر ** می‏شنید از هر کسی نوعی خبر
  • Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
  • بس سیاحت کرد آن جا سالها ** می‏فرستادش شهنشه مالها
  • Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
  • چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب‏ 3655
  • Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır.
  • هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
  • Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
  • رشته‏ی امید او بگسسته شد ** جسته‏ی او عاقبت ناجسته شد
  • Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
  • کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک می‏بارید و می‏برید راه‏
  • Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
  • شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
  • Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
  • بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم‏
  • Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
  • گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم‏ 3660
  • Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim.
  • تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من‏
  • İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
  • رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک می‏بارید مانند سحاب‏
  • Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
  • گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است‏
  • “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.
  • گفت وا گو کز چه نومیدیستت ** چیست مطلوب تو رو با چیستت‏
  • Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
  • گفت شاهنشاه کردم اختیار ** از برای جستن یک شاخسار 3665
  • Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi.
  • که درختی هست نادر در جهات ** میوه‏ی او مایه‏ی آب حیات‏
  • Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
  • سالها جستم ندیدم یک نشان ** جز که طنز و تسخر این سر خوشان‏
  • Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar... İşte o kadar!” der.
  • شیخ خندید و بگفتش ای سلیم ** این درخت علم باشد در علیم‏
  • Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
  • بس بلند و بس شگرف و بس بسیط ** آب حیوانی ز دریای محیط
  • Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
  • تو به صورت رفته‏ای ای بی‏خبر ** ز آن ز شاخ معنیی بی‏بار و بر 3670
  • Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Manayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun.