English    Türkçe    فارسی   

2
3790-3810

  • جای زاهد خشک بود او تر مزاج ** از سموم بادیه بودش علاج‏ 3790
  • Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti.
  • حاجیان حیران شدند از وحدتش ** و آن سلامت در میان آفتش‏
  • Hacılar, onun yalnızlığına, o afetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.
  • در نماز استاده بد بر روی ریگ ** ریگ کز تفش بجوشد آب دیگ‏
  • Kum üstünde namaza durmuştu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, coşardı.
  • گفتیی سر مست در سبزه و گل است ** یا سواره بر براق و دلدل است‏
  • Hâlbuki dersin ki o, sanki bir yeşillikte bir gülistanda yahut Burak’a, Düldüle binmiş!
  • یا که پایش بر حریر و حله‏هاست ** یا سموم او را به از باد صباست‏
  • Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona sabah rüzgârından daha hoş!
  • پس بماندند آن جماعت با نیاز ** تا شود درویش فارغ از نماز 3795
  • O namaz kılarken hacılar beklediler. Zahit, uzun bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti.
  • چون ز استغراق باز آمد فقیر ** ز آن جماعت زنده‏ای روشن ضمیر
  • Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde gönül gözü açık birisi,
  • دید کابش می‏چکید از دست و رو ** جامه‏اش تر بود از آثار وضو
  • Gördü ki, zahidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak.
  • پس بپرسیدش که آبت از کجاست ** دست را برداشت کز سوی شماست‏
  • “Bu su nereden?” diye sordu. Zahit, elini kaldırıp “Gökten” diye cevap verdi.
  • گفت هر گاهی که خواهی می‏رسد ** بی‏ز جاه و بی‏ز حبل من مسد
  • Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yağmur yağar mı?
  • مشکل ما حل کن ای سلطان دین ** تا ببخشد حال تو ما را یقین‏ 3800
  • Ey din sultanı, müşkülümüzü halleder hallet de yakına erelim.
  • وانما سری ز اسرارت به ما ** تا ببریم از میان زنارها
  • Sırlarından bir sırrı bize de göster de bellerimizden zünnarları kesip atalım” dedi.
  • چشم را بگشود سوی آسمان ** که اجابت کن دعای حاجیان‏
  • Zahit, gözlerini göğe kaldırarak dedi ki: “Yarabbi, hacıların duasına icabet et.
  • رزق جویی را ز بالا خو گرم ** تو ز بالا بر گشودستی درم‏
  • Ben gökten rızık aramaya alışmışım, sen bana gökten kapı açtın.
  • ای نموده تو مکان از لامکان ** فی السماء رزقکم کرده عیان‏
  • Ey Lâmekân âleminden mekân izhar eden, ey “Rızkınız göktedir” sırrını ayan eyleyen!”
  • در میان این مناجات ابر خوش ** زود پیدا شد چو پیل آب کش‏ 3805
  • Zahit, bu münacattayken hemen su sömüren fil gibi bir latif bulut peyda oldu.
  • همچو آب از مشک باریدن گرفت ** در گو و در غارها مسکن گرفت‏
  • Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı, derelerde, mağaralarda gölcükler meydana geldi.
  • ابر می‏بارید چون مشک اشکها ** حاجیان جمله گشاده مشکها
  • Bulut, tulumlar gibi gözyaşı döküyordu. Hacıların hepsi mataralarını açtı.
  • یک جماعت ز آن عجایب کارها ** می‏بریدند از میان زنارها
  • İçlerinden bir bölük halk o şaşılacak şeyler yüzünden bellerindeki zünnarları kestiler.
  • قوم دیگر را یقین در ازدیاد ** زین عجب و الله أعلم بالرشاد
  • Bir bölüğünün de bu hayret edilecek şey yüzünden yakini arttı. Allah, doğru yolu daha iyi bilir.
  • قوم دیگر ناپذیرا ترش و خام ** ناقصان سرمدی تم الکلام‏ 3810
  • Bir bölüğüyse bu kerameti kabul etmeyip hamhalat bir halde ebedî nâkıs olarak kaldı, söz de burada bitti.