English    Türkçe    فارسی   

3
1014-1063

  • کوهها هم لحن داودی کند ** جوهر آهن بکف مومی بود
  • Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir bile avucunda mum gibi yumuşar.
  • باد حمال سلیمانی شود ** بحر با موسی سخن‌دانی شود 1015
  • Rüzgâr, Süleyman’ı yüklenir, taşır; deniz Musa ile konuşur.
  • ماه با احمد اشارت‌بین شود ** نار ابراهیم را نسرین شود
  • Ay, Ahmet’in işaretini emrini anlar, fermanına uyar; ateş, İbrahim’e ağustos gülü olur…
  • خاک قارون را چو ماری در کشد ** استن حنانه آید در رشد
  • Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannâne direği akla, fikre sahip olur...
  • سنگ بر احمد سلامی می‌کند ** کوه یحیی را پیامی می‌کند
  • Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
  • ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
  • Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
  • چون شما سوی جمادی می‌روید ** محرم جان جمادان چون شوید 1020
  • Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki?
  • از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
  • Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
  • فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسه‌ی تاویلها نربایدت
  • O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
  • چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کرده‌ای تاویلها
  • Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
  • که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
  • “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.
  • بلک مر بیننده را دیدار آن ** وقت عبرت می‌کند تسبیح‌خوان 1025
  • Doğrusu şu: onları gören, ibret alır da Allah’ı tespih eder.
  • پس چو از تسبیح یادت می‌دهد ** آن دلالت همچو گفتن می‌بود
  • Sana Allah’ı tespih etmeyi hatırlıyor ya… İşte bu tespihe delil olmaları, onları tespih etmesi demektir” dersin.
  • این بود تاویل اهل اعتزال ** و آن آنکس کو ندارد نور حال
  • İtizal ehlinin tevili budur işte. Hal nuruna sahip olmayan kişinin işi budur.
  • چون ز حس بیرون نیامد آدمی ** باشد از تصویر غیبی اعجمی
  • İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.
  • این سخن پایان ندارد مارگیر ** می‌کشید آن مار را با صد زحیر
  • Bu sözün sonu gelmez… Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke,
  • تا به بغداد آمد آن هنگامه‌جو ** تا نهد هنگامه‌ای بر چارسو 1030
  • Bağdat’a kadar geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için,
  • بر لب شط مرد هنگامه نهاد ** غلغله در شهر بغداد اوفتاد
  • Yılanı Şat kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu,
  • مارگیری اژدها آورده است ** بوالعجب نادر شکاری کرده است
  • “Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye,
  • جمع آمد صد هزاران خام‌ریش ** صید او گشته چو او از ابلهیش
  • Yüz binlerce ahmak adam toplandı, ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar.
  • منتظر ایشان و هم او منتظر ** تا که جمع آیند خلق منتشر
  • Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. O da etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu.
  • مردم هنگامه افزون‌تر شود ** کدیه و توزیع نیکوتر رود 1035
  • Halk, iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun diyordu.
  • جمع آمد صد هزاران ژاژخا ** حلقه کرده پشت پا بر پشت پا
  • Yüz binlerce herzevekil toplandı, halka oldular. Bir ayak, bin ayaküstüne geldi!
  • مرد را از زن خبر نه ز ازدحام ** رفته درهم چون قیامت خاص و عام
  • Kalabalıktan erkeğin kadından haberi yoktu. Halkla ileri gelenler birbirlerine girmiş âdeta kıyametten bir alâmet olmuştu.
  • چون همی حراقه جنبانید او ** می‌کشیدند اهل هنگامه گلو
  • Yılancı, yılanın üstündeki kilimi kımıldattıkça halk, parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu.
  • و اژدها کز زمهریر افسرده بود ** زیر صد گونه پلاس و پرده بود
  • Ejderha, zemheriden donmuştu. Yüzlerce kilimin, kebenin altındaydı.
  • بسته بودش با رسنهای غلیظ ** احتیاطی کرده بودش آن حفیظ 1040
  • Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı.
  • در درنگ انتظار و اتفاق ** تافت بر آن مار خورشید عراق
  • Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu.
  • آفتاب گرم‌سیرش گرم کرد ** رفت از اعضای او اخلاط سرد
  • Güneş onu epeyce ısıtınca azasından soğuk ahlât sıyrılıp gitmişti.
  • مرده بود و زنده گشت او از شگفت ** اژدها بر خویش جنبیدن گرفت
  • O müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı.
  • خلق را از جنبش آن مرده مار ** گشتشان آن یک تحیر صد هزار
  • Ölü yılanın kımıldadığını görünce halkın hayreti birken yüz bin oldu.
  • با تحیر نعره‌ها انگیختند ** جملگان از جنبشش بگریختند 1045
  • Şaşkınlıklarından naralar atarak hep birden kaçışmaya koyuldular.
  • می‌سکست او بند و زان بانگ بلند ** هر طرف می‌رفت چاقاچاق بند
  • Ejderha, halkın gürültüsünden çatır, çatır bağlarını koparmaya başladı. İplerin her biri bir yana düştü.
  • بندها بسکست و بیرون شد ز زیر ** اژدهایی زشت غران همچو شیر
  • İplerini koparıp kilimin altından sıyrıldı. Bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen çirkin, mefret bir ejderha!
  • در هزیمت بس خلایق کشته شد ** از فتاده و کشتگان صد پشته شد
  • Kaçarken halk birbirini çiğnedi, birçok kişiler ayakaltında kalıp öldüler, ölülerden yüzlerce yığın oldu.
  • مارگیر از ترس بر جا خشک گشت ** که چه آوردم من از کهسار و دشت
  • Yılancı, ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim diye korkusundan yerinde katılıp kaldı.
  • گرگ را بیدار کرد آن کور میش ** رفت نادان سوی عزرائیل خویش 1050
  • O kör koyun kurdu uyandırdı. Cahil, Azrail’in yanına kendi ayağıyla gitti.
  • اژدها یک لقمه کرد آن گیج را ** سهل باشد خون‌خوری حجاج را
  • Ejderha o ahmağı bir lokma ediverdi. Haccac’a kan dökmekten kolay ne var,
  • خویش را بر استنی پیچید و بست ** استخوان خورده را در هم شکست
  • Sonra da bir direğe sarılıp kendisini sıktı, karnında herifin kemiklerini çatır, çatır kırdı.
  • نفست اژدرهاست او کی مرده است ** از غم و بی آلتی افسرده است
  • Senin nefsinde bir ejderhadır. O, nereden öldü ki? Dertten, eline fırsat düşmediğinden dondu, yoksa!
  • گر بیابد آلت فرعون او ** که بامر او همی‌رفت آب جو
  • Firavunun eline geçenler, onun da eline geçse neler yapmaz! Irmak bile, Firavunun emriyle akardı.
  • آنگه او بنیاد فرعونی کند ** راه صد موسی و صد هارون زند 1055
  • Onun eline de böyle bir kudret düşse hemen firavunluğa başlar, yüzlerce Musa’nın da yolunu vurur, yüzlerce Harun’un da!
  • کرمکست آن اژدها از دست فقر ** پشه‌ای گردد ز جاه و مال صقر
  • O ejderha, yoksulluk elinde bir kurtcağız kesilir. Mevki ve mal yüzünden bir sivrisinek büyür, çaylaklaşır!
  • اژدها را دار در برف فراق ** هین مکش او را به خورشید عراق
  • Ejderhayı ayrılık karı içinde tut, sakın onu Irak güneşinin altına getirme.
  • تا فسرده می‌بود آن اژدهات ** لقمه‌ی اویی چو او یابد نجات
  • Ejderhan donmuş bir halde iken selâmettesin fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun.
  • مات کن او را و آمن شو ز مات ** رحم کم کن نیست او ز اهل صلات
  • Onu mat et de mat olmaktan emin ol. Ona pek acıma, o iyilik edilecek kişi değildir.
  • کان تف خورشید شهوت بر زند ** آن خفاش مردریگت پر زند 1060
  • Üstüne şehvet güneşi vurdu mu o geberesice hemen yarasa gibi kanatlarını çırpmaya, uçmaya başlar.
  • می‌کشانش در جهاد و در قتال ** مردوار الله یجزیک الوصال
  • Ercesine onu savaşa çek, babayiğitçe onunla vuruş… Allah, sana vuslatıyla karşılık versin!
  • چونک آن مرد اژدها را آورید ** در هوای گرم خوش شد آن مرید
  • Hulâsa o adam ejderhayı getirip de o korkunç şey, sıcak havada kendine gelince,
  • لاجرم آن فتنه‌ها کرد ای عزیز ** بیست همچندان که ما گفتیم نیز
  • O fitneleri meydana çıkardı. Hattâ azizim, söylediklerimizin yüz kat üstününü yaptı!