English    Türkçe    فارسی   

3
1063-1112

  • لاجرم آن فتنه‌ها کرد ای عزیز ** بیست همچندان که ما گفتیم نیز
  • O fitneleri meydana çıkardı. Hattâ azizim, söylediklerimizin yüz kat üstününü yaptı!
  • تو طمع داری که او را بی جفا ** بسته داری در وقار و در وفا
  • Sen ona zahmet, eziyet vermeden uslu, rahat ve vefakâr bir halde tutmayı mı umuyorsun?
  • هر خسی را این تمنی کی رسد ** موسیی باید که اژدرها کشد 1065
  • Bu, her aşağılık kişiye nasip mi olur? Ejderhayı öldürmeye bir Musa gerek.
  • صدهزاران خلق ز اژدرهای او ** در هزیمت کشته شد از رای او
  • Yüz binlerce halk onun tedbiriyle mağlûp oldu, ejderhasından yılıp kaçtı, ölüp gitti!
  • تهدید کردن فرعون موسی را علیه السلام
  • Firavunun Musa aleyhisselâm’ı tehdit etmesi
  • گفت فرعونش چرا تو ای کلیم ** خلق را کشتی و افکندی تو بیم
  • Firavun, Musa’ya “Ey Kelîm, sen neden halkı öldürdün, neden halka korku saldın?
  • در هزیمت از تو افتادند خلق ** در هزیمت کشته شد مردم ز زلق
  • Halk, senden yılgınlığa düştü, kaçışırken ayaklar altında çiğnenip öldü.
  • لاجرم مردم ترا دشمن گرفت ** کین تو در سینه مرد و زن گرفت
  • Hulâsa, halk sana düşman kesildi. Sana karşı erkeğin gönlünde de kin var, kadının gönlünde de.
  • خلق را می‌خواندی بر عکس شد ** از خلافت مردمان را نیست بد 1070
  • Halkı kendine davet ediyorsun ama iş aksi çıktı. Sana aykırı hareket etmekten başka çareleri kalmadı.
  • من هم از شرت اگر پس می‌خزم ** در مکافات تو دیگی می‌پزم
  • Ben de senin şerrinden kaçıyor, sana aşikâre karşı durmuyorum ama aleyhine çömlek kaynatıp duruyorum.
  • دل ازین بر کن که بفریبی مرا ** یا بجز فی پس‌روی گردد ترا
  • Beni aldatmayı gönlünden çıkar, arkandan, gölgenden başka kimsenin geleceğini umma.
  • تو بدان غره مشو کش ساختی ** در دل خلقان هراس انداختی
  • Bir iş becerdim, halkın gönlüne bir korkudur saldım diye mağrur olma.
  • صد چنین آری و هم رسوا شوی ** خوار گردی ضحکه‌ی غوغا شوی
  • Bunun gibi yüzlerce iş becersen sonunda yine rüsvay olursun, hor hakir bir hale gelirsin, seninle alay eder, sana gülüşürler.
  • همچو تو سالوس بسیاران بدند ** عاقبت در مصر ما رسوا شدند 1075
  • Senin gibi nice hilebazlar vardı, bizim Mısır’ımız da nihayet rüsvay oldular” dedi.
  • جواب موسی فرعون را در تهدیدی کی می‌کردش
  • Musa’nın Firavunun tehdidine cevap vermesi
  • گفت با امر حقم اشراک نیست ** گر بریزد خونم امرش باک نیست
  • Musa, Firavuna dedi ki: “Ben, Allah emrine karışamam. Emreder de kanımı bile dökerse korkum yok.
  • راضیم من شاکرم من ای حریف ** این طرف رسوا و پیش حق شریف
  • Ben, bu âlemde rüsvay olayım, buna hem razıyım, hem de şükrederim… Tek Hak yanında yüce olayımda.
  • پیش خلقان خوار و زار و ریش‌خند ** پیش حق محبوب و مطلوب و پسند
  • Halka karşı hor hakir olayım, benimle alay etsinler, bana gülsünler… Allah’a karşı sevgili olayım, o beni istesin, beğensin… Yeter bu bana.
  • از سخن می‌گویم این ورنه خدا ** از سیه‌رویان کند فردا ترا
  • Bunları da söz olsun diye söylüyorum hani. Yoksa Allah seni yarın kara yüzlülerden edecek, bu muhakkak!
  • عزت آن اوست و آن بندگانش ** ز آدم و ابلیس بر می‌خوان نشانش 1080
  • Yücelik onundur, onun kullarınındır. Onun nişanesini Âdem’le İblisin hikâyesini oku da anla!
  • شرح حق پایان ندارد همچو حق ** هین دهان بربند و برگردان ورق
  • Allah’ın zatına nasıl son yoksa hikmetlerine de son yoktur. Aklını başına al da ağzını yum, yaprağı çevir!”
  • پاسخ فرعون موسی را علیه السلام
  • Firavunun Musa aleyhisselâm’a cevap vermesi
  • گفت فرعونش ورق درحکم ماست ** دفتر و دیوان حکم این دم مراست
  • Firavun, Musa’ya “Yaprak bizim elimizde... Şimdi defter de bizim hükmümüzde, divan da bizim!
  • مر مرا بخریده‌اند اهل جهان ** از همه عاقلتری تو ای فلان
  • Bütün âlem halkı beni seçmiş, beni kabul etmiş. A Musa, bütün âlemde en akıllı sen misin ki?
  • موسیا خود را خریدی هین برو ** خویشتن کم بین به خود غره مشو
  • A Musa, sen kendini beğenmiş, almışsın… Haydi oradan be… Kendini az gör, kendine güvenip gururlanma.
  • جمع آرم ساحران دهر را ** تا که جهل تو نمایم شهر را 1085
  • Dünyanın sihirbazlarını toplayayım da bütün şehre senin bilgisizliğini göstereyim.
  • این نخواهد شد بروزی و دو روز ** مهلتم ده تا چهل روز تموز
  • Fakat bu, bir iki gün içinde olmaz. Bu yaz çağında bana kırk günceğiz mühlet ver” dedi.
  • جواب موسی فرعون را
  • Musa’nın Firavuna cevabı
  • گفت موسی این مرا دستور نیست ** بنده‌ام امهال تو مامور نیست
  • Musa dedi ki: “Bana bu hususta izin yok. Ben bir kulum, sana mühlet vermeye emir almadım.
  • گر تو چیری و مرا خود یار نیست ** بنده فرمانم بدانم کار نیست
  • Sen hükümdarsın, galipsin, benim yardımcım, dostum yok… Fakat Allah fermanına tabiim, başka bir şeyle işim yok.
  • می‌زنم با تو بجد تا زنده‌ام ** من چه کاره‌ی نصرتم من بنده‌ام
  • Diri oldukça seninle canla başla savaşacağım. Ben kulum, yardımla, yardımcıyla ne işim var?
  • می‌زنم تا در رسد حکم خدا ** او کند هر خصم از خصمی جدا 1090
  • Allah’ın hükmü zuhur edinceye kadar seninle uğraşacağım. Her hasmı düşmanından Allah ayırır”
  • جواب فرعون موسی را و وحی آمدن موسی را علیه‌السلام
  • Firavunun Musa’ya cevabı ve Musa aleyhisselâm’a vahiy gelmesi
  • گفت نه نه مهلتم باید نهاد ** عشوه‌ها کم ده تو کم پیمای باد
  • Firavun, hayır dedi, mutlaka bir mühlet vermek gerek. Beni aldatıp durma, yel alıp poyraz satma.
  • حق تعالی وحی کردش در زمان ** مهلتش ده متسع مهراس از آن
  • Bu sırada ulu Allah’tan Musa’ya “ Ona bol, bol mühlet ver, korkma.
  • این چهل روزش بده مهلت بطوع ** تا سگالد مکرها او نوع نوع
  • Bu kırk gün mühleti, ona gönül rızasıyla ver de çeşit, çeşit hileler düzsün.
  • تا بکوشد او که نی من خفته‌ام ** تیز رو گو پیش ره بگرفته‌ام
  • İstediği gibi çalıp çabalasın. Ben uyumuyorum ki. Ona söyle, hızlı gitsin, fakat yolu ben tuttum, pusuda ben varım.
  • حیله‌هاشان را همه برهم زنم ** و آنچ افزایند من بر کم زنم 1095
  • Onların hilelerini ben birbirine katar, onların arttırdıklarını ben eksiltirim.
  • آب را آرند من آتش کنم ** نوش و خوش گیرند و من ناخوش کنم
  • Su getirirlerse ateş haline sokar, şerbet içerlerse zehir yaparım.
  • مهر پیوندند و من ویران کنم ** آنک اندر وهم نارند آن کنم
  • Birbirlerine muhabbet bağlasalar sevgilerini yıkar, berbat ederim. Vehimlerine bile gelmeyen şeyleri yaparım ben.
  • تو مترس و مهلتش ده دم‌دراز ** گو سپه گرد آر و صد حیلت بساز
  • Sen korkma, ona uzun bir müddet mühlet ver… Asker topla, yüzlerce hileler düz de” diye vahiy geldi.
  • مهلت دادن موسی علیه‌السلام فرعون را تا ساحران را جمع کند از مداین
  • Musa aleyhisselâm’ın Firavuna şehirlerdeki sihirbazları toplamak üzere mühlet vermesi
  • گفت امر آمد برو مهلت ترا ** من بجای خود شدم رستی ز ما
  • Musa, “Emir geldi, mühlet sana. Bizden kurtuldun, şimdilik ben yerime gidiyorum” dedi.
  • او همی‌شد و اژدها اندر عقب ** چون سگ صیاد دانا و محب 1100
  • Musa yola düştü, ejderha da bilgili ve dost bir av köpeği gibi peşine takıldı.
  • چون سگ صیاد جنبان کرده دم ** سنگ را می‌کرد ریگ او زیر سم
  • Av köpeği gibi kuyruğunu sallayarak gidiyor, ayaklarının altında taşları kum gibi eziyordu.
  • سنگ و آهن را بدم در می‌کشید ** خرد می‌خایید آهن را پدید
  • Taşı, demiri nefesiyle çekip sömürmekte, demiri apaşikâr bir surette ağzında ezip çiğnemekteydi.
  • در هوا می‌کرد خود بالای برج ** که هزیمت می‌شد از وی روم و گرج
  • Havalanıp burçların üstüne çıkmakta, Rum, Gürcü… Herkes ondan kaçmaktaydı.
  • کفک می‌انداخت چون اشتر ز کام ** قطره‌ای بر هر که زد می‌شد جذام
  • Deve gibi ağzından köpükler saçıyordu. O köpüğün bir katresi kimin üstüne düşse cüzzam illetine tutuluyordu.
  • ژغژغ دندان او دل می‌شکست ** جان شیران سیه می‌شد ز دست 1105
  • Dişlerinin gıcırtısı, yürekleri yerinden oynatıyor, kara aslanların bile canları elden gidiyordu.
  • چون به قوم خود رسید آن مجتبی ** شدق او بگرفت باز او شد عصا
  • O seçilmiş peygamber, kavminin yanına varınca ejderhayı boğazından yakaladı, ejderha asâ oldu yine.
  • تکیه بر وی کرد و می‌گفت ای عجب ** پیش ما خورشید و پیش خصم شب
  • Asâya dayandı da dedi ki: “Ne şaşılacak şey. Bizim yanımızda güneş, düşmana karşı gece!
  • ای عجب چون می‌نبیند این سپاه ** عالمی پر آفتاب چاشتگاه
  • Ne hayret edilecek şey ki bu ordu, kuşluk güneşiyle dopdolu olan bu âlemi görmüyor.
  • چشم باز و گوش باز و این ذکا ** خیره‌ام در چشم‌بندی خدا
  • Göz de açık, kulak da; sonra da bu zekâ… Allah’ın gözbağcılığına hayretteyim!
  • من ازیشان خیره ایشان هم ز من ** از بهاری خار ایشان من سمن 1110
  • Ben onlara şaşırıyorum, onlar da bana şaşırıyorlar. Baharın onlar diken, ben yasemin:
  • پیششان بردم بسی جام رحیق ** سنگ شد آبش به پیش این فریق
  • Onlara nice lezzetli şaraplarla dolu kadehler sundum. Fakat onlara kadehteki şerbet taş kesildi.
  • دسته گل بستم و بردم به پیش ** هر گلی چون خار گشت و نوش نیش
  • Gül desteleri yaptım, götürdüm, her gül, diken oldu, şerbet zehir döndü.