English    Türkçe    فارسی   

3
4140-4189

  • همچو روی آفتاب بی‌حذر ** گشت رویش خصم‌سوز و پرده‌در 4140
  • Yüzü, hiçbir şeye aldırış etmeyen güneş gibi düşmanı yakar, perdeleri yırtar.
  • هر پیمبر سخت‌رو بد در جهان ** یکسواره کوفت بر جیش شهان
  • Her peygamberin dünyada yüzü pektir, bir tek binici olduğu halde padişahların ordularına saldırır, onları ezer, bozar!
  • رو نگردانید از ترس و غمی ** یک‌تنه تنها بزد بر عالمی
  • Bir şeyden korkmaz, gamlanmaz; bu yüzden de hiçbir şeyden yüz çevirmez… Tek başına bütün dünyayı mağlûp eder.
  • سنگ باشد سخت‌رو و چشم‌شوخ ** او نترسد از جهان پر کلوخ
  • Taşın yüzü pektir, gözü tok… Dünya dolusu kerpiç olsa korkmaz.
  • کان کلوخ از خشت‌زن یک‌لخت شد ** سنگ از صنع خدایی سخت شد
  • Çünkü kerpiç, kerpiççi tarafından o hale konmuştur, taşıysa Allah yapmıştır, ondan dolayı serttir, katıdır!
  • گوسفندان گر برونند از حساب ** ز انبهیشان کی بترسد آن قصاب 4145
  • Koyunlar, sayıya sığmayacak kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç?
  • کلکم راع نبی چون راعیست ** خلق مانند رمه او ساعیست
  • Hepiniz de çobansınız… Peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur.
  • از رمه چوپان نترسد در نبرد ** لیکشان حافظ بود از گرم و سرد
  • Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur.
  • گر زند بانگی ز قهر او بر رمه ** دان ز مهرست آن که دارد بر همه
  • Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır!
  • هر زمان گوید به گوشم بخت نو ** که ترا غمگین کنم غمگین مشو
  • Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma!
  • من ترا غمگین و گریان زان کنم ** تا کت از چشم بدان پنهان کنم 4150
  • Ben, seni kötü gözlerden gizlemek için gamlandırırım.
  • تلخ گردانم ز غمها خوی تو ** تا بگردد چشم بد از روی تو
  • Kötü gözler, yüzünden ırak olsun diye kederlendirir, ahlâkını acı bir hale getiririm.
  • نه تو صیادی و جویای منی ** بنده و افکنده‌ی رای منی
  • Sen, benim avcım değil misin, beni aramıyor musun? Benim kulum, emrime tabi değil misin?
  • حیله اندیشی که در من در رسی ** در فراق و جستن من بی‌کسی
  • Bana kavuşmak için tedbirler kurmadasın… Benim ayrılığımla herkesten ayrılmış, beni arayıp durmaktasın, kimsesiz bir hale gelmişsin!
  • چاره می‌جوید پی من درد تو ** می‌شنودم دوش آه سرد تو
  • Dertlere düşmüş, izimi bulmak için çarelere başvurmuşsun… Dün senin yanık yanık ah ettiğini duydum.
  • من توانم هم که بی این انتظار ** ره دهم بنمایمت راه گذار 4155
  • Seni bekletmeksizin de kendime kavuşturmaya, sana yol gösterip kendime almaya kadirim ben…
  • تا ازین گرداب دوران وا رهی ** بر سر گنج وصالم پا نهی
  • Bu suretle bu devranın girdabından kurtulur, vuslat hazineme ayak basarsın.
  • لیک شیرینی و لذات مقر ** هست بر اندازه‌ی رنج سفر
  • Fakat varılan yerin tatlılığı, lezzetleri, seferde çekilen zahmetlerle ölçülür.
  • آنگه ا ز شهر و ز خویشان بر خوری ** کز غریبی رنج و محنتها بری
  • Ne kadar gurbet çeker, mihnetler, zahmetlere uğrarsan, şehrinden, akrabandan o derece lezzet alır, zevk bulursun!
  • تمثیل گریختن مومن و بی‌صبری او در بلا به اضطراب و بی‌قراری نخود و دیگر حوایج در جوش دیگ و بر دویدن تا بیرون جهند
  • Müminin bir belâya uğrayınca sabırsızlık edip kaçması, nohudun ve sair yiyecek şeylerin tencerede kaynarken sıçrayıp dışarı çıkmaya çalışmalarına benzer
  • بنگر اندر نخودی در دیگ چون ** می‌جهد بالا چو شد ز آتش زبون
  • Bir bak… Nohut tencerede ateşten zebun oldu mu yukarıya doğru sıçramaya başlar.
  • هر زمان نخود بر آید وقت جوش ** بر سر دیگ و برآرد صد خروش 4160
  • Tencere kaynamaya başlayınca nohut, tencerenin üstüne fırlamaya, yüzlerce coşkunluk göstermeye koyulur.
  • که چرا آتش به من در می‌زنی ** چون خریدی چون نگونم می‌کنی
  • “Neden beni ateşe attın, kaynatıyorsun? Mademki satın aldın, neye bu hallere uğratıyorsun” der.
  • می‌زند کفلیز کدبانو که نی ** خوش بجوش و بر مجه ز آتش‌کنی
  • Nohut pişiren kadın da nohuda kepçeyle vurup der ki. “Yok… Güzelce kayna, tencereden çıkmaya kalkışma.
  • زان نجوشانم که مکروه منی ** بلک تا گیری تو ذوق و چاشنی
  • Seni sevmediğimden senden hoşlanmadığımdan kaynatmıyorum seni ki… Bir zevkle, bir çeşniye sahip ol da.
  • تا غذی گردی بیامیزی بجان ** بهرخواری نیستت این امتحان
  • Gıda haline gel, yen, cana karış diye kaynatıyorum. Bu imtihan, seni horlamak için değil!
  • آب می‌خوردی به بستان سبز و تر ** بهراین آتش بدست آن آب خور 4165
  • Bostanda sular içtin, yeşerdin, terü taze bir hale geldin ya… İşte o su içiş, bu ateşe düşmen içindi.
  • رحمتش سابق بدست از قهر زان ** تا ز رحمت گردد اهل امتحان
  • Allah’ın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelîdir. Bu yüzden de bir kimseyi belâlara uğratması, rahmetindendir.
  • رحمتش بر قهر از آن سابق شدست ** تا که سرمایه‌ی وجود آید بدست
  • Varlık sermayesi elde edilsin diye rahmeti, kahrından ileridir, üstündür.
  • زانک بی‌لذت نروید لحم و پوست ** چون نروید چه گدازد عشق دوست
  • Etle deri lezzetsiz meydana gelmez. Fakat onlar meydana gelmedikçe sevgilinin aşkı, onları nasıl eritebilir?
  • زان تقاضا گر بیاید قهرها ** تا کنی ایثار آن سرمایه را
  • İşte bu takdir neticesi olarak sen de kahırlara uğrarsan eseflenme… Bu kahırlar yüzünden elindeki sermayeyi sevgiliye bağışlarsın.
  • باز لطف آید برای عذر او ** که بکردی غسل و بر جستی ز جو 4170
  • Sonra bunun özrü olarak tekrar lütuf eder, yıkanıp arındın, dereden atladın, artık o mihnetler geçti der.
  • گوید ای نخود چریدی در بهار ** رنج مهمان تو شد نیکوش دار
  • Der ki: Ey nohut, baharın otladın, yeştin… Şimdi zahmet ve eziyet, sana konuk oldu, hoş tut da
  • تا که مهمان باز گردد شکر ساز ** پیش شه گوید ز ایثار تو باز
  • Konuk, şükürler ederek minnetler duyarak geri dönsün, padişaha gidip senin ikramını, ihsanını anlatsın.
  • تا به جای نعمتت منعم رسد ** جمله نعمتها برد بر تو حسد
  • İkram ettiğin şeylere karşılık olarak da sana o nimetleri veren gelsin… Bütün nimetler sana haset etsinler!
  • من خلیلم تو پسر پیش بچک ** سر بنه انی ارانی اذبحک
  • Ben Halil’im, sen de bıçağım önündeki oğlum… Başını koy, rüyada seni kestiğimi gördüm!
  • سر به پیش قهر نه دل بر قرار ** تا ببرم حلقت اسمعیل‌وار 4175
  • Gönlünü bozma, başını kahır önüne koy da İsmail gibi boğazını keseyim,
  • سر ببرم لیک این سر آن سریست ** کز بریده گشتن و مردن بریست
  • Başını kopartayım. Fakat bu baş, zahiri kesilmekten, koparılmaktan münezzeh olan baştır.
  • لیک مقصود ازل تسلیم تست ** ای مسلمان بایدت تسلیم جست
  • Ancak ezelî maksat, senin teslim olmandır. Ey Müslüman teslim olmayı araman, dinlemen gerek!
  • ای نخود می‌جوش اندر ابتلا ** تا نه هستی و نه خود ماند ترا
  • Ey nohut, belâlara düş, kayna, piş de ne varlığın kalsın, ne sen kal!
  • اندر آن بستان اگر خندیده‌ای ** تو گل بستان جان و دیده‌ای
  • O bostanda güldüyse can ve göz bostanının gülü olduğundan güldün.
  • گر جدا از باغ آب و گل شدی ** لقمه گشتی اندر احیا آمدی 4180
  • Su ve toprak bahçesinden ayrıldıysan lokma oldun, dirilerin vücuduna girdin.
  • شو غذی و قوت و اندیشه‌ها ** شیر بودی شیر شو در بیشه‌ها
  • Gıda ol, kuvvet ol, düşünce ol… Evvelce süttün, şimdi ormanlarda aslan kesil!
  • از صفاتش رسته‌ای والله نخست ** در صفاتش باز رو چالاک و چست
  • Vallahi sen, önce onun sıfatlarından ayrıldın da geldin. Tekrar çevikçe acele et, yine onun sıfatların ulaş!
  • ز ابر و خورشید و ز گردون آمدی ** پس شدی اوصاف و گردون بر شدی
  • Buluttan, güneşten, gökten geldin… Yine Allah sıfatları haline döndün mü göklere gidersin.
  • آمدی در صورت باران و تاب ** می‌روی اندر صفات مستطاب
  • Yağmur ve ışık suretinde geldin, Allah’ın tertemiz sıfatları suretine bürünüp gidiyorsun.
  • جزو شید و ابر و انجمها بدی ** نفس و فعل و قول و فکرتها شدی 4185
  • Güneşin, bulutun, yıldızın cüzüydün… Nefis, iş, söz ve düşünceler oldun.
  • هستی حیوان شد از مرگ نبات ** راست آمد اقتلونی یا ثقات
  • Nebatın ölümü, hayvanın varlığı oldu; bu suretle de “Ey güvendiğim, inandığım kişiler, beni öldürün” sözü doğru çıktı.
  • چون چنین بردیست ما را بعد مات ** راست آمد ان فی قتلی حیات
  • Mademki ölümden sonra bize böyle bir hayat var, “Şüphe yok ki ölümümde hayat vardır” sözü doğru.
  • فعل و قول و صدق شد قوت ملک ** تا بدین معراج شد سوی فلک
  • İş, söz ve doğruluk, meleğin gıdasıdır. Melek, bunlarla göğe ağar.
  • آنچنان کان طعمه شد قوت بشر ** از جمادی بر شد و شد جانور
  • Nitekim o yemek de insana gıda olunca cemadat halinden yücelir, o canlı bir hale gelir.