English    Türkçe    فارسی   

4
3084-3133

  • بهر شرح این حدیث مصطفی ** داستانی بشنو ای یار صفا
  • Ey temiz dost, Mustafa’nın bu hadisini anlatmak için bir hikaye söyleyeceğiz, dinle.
  • حکایت آن پادشاه‌زاده کی پادشاهی حقیقی بوی روی نمود یوم یفرالمرء من اخیه و امه و ابیه نقد وقت او شد پادشاهی این خاک توده‌ی کودک طبعان کی قلعه گیری نام کنند آن کودک کی چیره آید بر سر خاک توده برآید و لاف زندگی قلعه مراست کودکان دیگر بر وی رشک برند کی التراب ربیع الصبیان آن پادشاه‌زاده چو از قید رنگها برست گفت من این خاکهای رنگین را همان خاک دون می‌گویم زر و اطلس و اکسون نمی‌گویم من ازین اکسون رستم یکسون رفتم و آتیناه الحکم صبیا ارشاد حق را مرور سالها حاجت نیست در قدرت کن فیکون هیچ کس سخن قابلیت نگوید
  • Kendisine hakikî padişahlık yüzü gösteren ve “İnsan o gün kardeşinden,anasından,babasından bile kaçar”âyeti hali olan şehzade..bu toprak yığınının padişahlığı,çocuk tabiatlı kişilerindir:onlar,buna kale almak derler..çocuğun biri üstün gelir,toprak yığınının üstüne çıkar,kale benimdir der..öbür çocuklar,ona haset ederler:çünkü toprak çocukların baharıdır.O şehzade,renklerin bağından kurtulduğundan ben bu renkli topraklara aşağılık toprak diyor,altın,atlas ve kemha demiyorum,bu kemhadan kurtuldum,tek renkli gayb âlemine gittim dedi.”Biz ona çocukken hüküm ve peygamberlik verdik”âyetine göre Tanrı irşadı için yıllar geçmeye lüzum yoktur..dilediğini emredip derhal yapan Tanrı kudretine karşı kimse kabiliyetinden bahsedemez.
  • پادشاهی داشت یک برنا پسر ** باطن و ظاهر مزین از هنر 3085
  • Bir padişahın yiğit bir oğlu vardı... zâhiri de hünerlerle bezenmişti, bâtını da.
  • خواب دید او کان پسر ناگه بمرد ** صافی عالم بر آن شه گشت درد
  • Bir gece rüyasında çocuğunun ansızın öldüğünü gördü. Padişaha âlemin arılığı tortulu bir hal oldu.
  • خشک شد از تاب آتش مشک او ** که نماند از تف آتش اشک او
  • Yanışının tesiri ile gözyaşları bile kurudu, ağlamaya bile iktidarı kalmadı.
  • آنچنان پر شد ز دود و درد شاه ** که نمی‌یابید در وی راه آه
  • Öyle dertlendi, öyle kederlendi ki ah etmeye bile mecali kesildi!
  • خواست مردن قالبش بی‌کار شد ** عمر مانده بود شه بیدار شد
  • Ölüm isteği ile cesedi, iş görmez bir hal aldı... neyse eceli gelmemiş, ömrü varmış; uykudan uyandı.
  • شادیی آمد ز بیداریش پیش ** که ندیده بود اندر عمر خویش 3090
  • Bu sefer de uyanınca öyle bir sevindi ki ömründe öyle bir sevinç görmemişti.
  • که ز شادی خواست هم فانی شدن ** بس مطوق آمد این جان و بدن
  • Sevinçten ölecekti âdeta... canı ile bedeni sanki ölümle dirim arasında tomruğa vurulmuştu!
  • از دم غم می‌بمیرد این چراغ ** وز دم شادی بمیرد اینت لاغ
  • Bu ışık gam soluğu ile de söner, neşe soluğu ile de... işte sana bir alay, işte sana bir eğlence!
  • در میان این دو مرگ او زنده است ** این مطوق شکل جای خنده است
  • O, bu iki ölüm arasında diridir... bu tomruğa vurulmuş olduğu halde gülünecek bir şey!
  • شاه با خود گفت شادی را سبب ** آنچنان غم بود از تسبیب رب
  • Padişah kendi kendine dedi ki: bu neşeye sebep, o gamdı; Tanrı sebep ihsan etti, sevindim.
  • ای عجب یک چیز از یک روی مرگ ** وان ز یک روی دگر احیا و برگ 3095
  • Ne şaşılacak şey! Bir hadise bir yönden ölüm, öbür yönden dirim ve sevinç.
  • آن یکی نسبت بدان حالت هلاک ** باز هم آن سوی دیگر امتساک
  • Şu bir yönden tatlıdır, zevk vericidir. Diğer bir yönden de öldürücü, azap vericidir.
  • شادی تن سوی دنیاوی کمال ** سوی روز عاقبت نقص و زوال
  • Ten sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik... fakat ahiret gününe göre noksan ve zeval!
  • خنده را در خواب هم تعبیر خوان ** گریه گوید با دریغ و اندهان
  • Düş yorucu rüyada gülmeyi ağlamaya, hayıflamaya, kederlenmeye yorar.
  • گریه را در خواب شادی و فرح ** هست در تعبیر ای صاحب مرح
  • Ağlamayı da sevince, feraha verir ey şen, esen kişi!
  • شاه اندیشید کین غم خود گذشت ** لیک جان از جنس این بدظن گشت 3100
  • Padişah, bu gam geçti gitti ama can, bu çeşit şeylerden kötü şüphelere düşer diye düşünceye daldı.
  • ور رسد خاری چنین اندر قدم ** که رود گل یادگاری بایدم
  • Gül gider de dedi, ayağıma böyle bir diken batarsa hiç olmazsa ondan bana bir yadigâr kalmalı!
  • چون فنا را شد سبب بی‌منتهی ** پس کدامین راه را بندیم ما
  • Yokluğa sayısız, sonsuz sebepler var... hangi yolu kapayalım ki?
  • صد دریچه و در سوی مرگ لدیغ ** می‌کند اندر گشادن ژیغ ژیغ
  • Isırıcı ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapı var... açılırken her biri cik cik etmekte!
  • ژیغ‌ژیغ تلخ آن درهای مرگ ** نشنود گوش حریص از حرص برگ
  • O ölüm kapılarının acı cik ciklerini haris kişinin kulağı, mal ve mülk hırsından duymaz.
  • از سوی تن دردها بانگ درست ** وز سوی خصمان جفا بانگ درست 3105
  • Bir taraftan bedenin dertleri, kapıların sesi... bir taraftan düşmanların cefası kapıların sesi.
  • جان سر بر خوان دمی فهرست طب ** نار علتها نظر کن ملتهب
  • Canım efendim, hele bir tıp fihristini oku hastalıkların yalımlı ateşini gör!
  • زان همه غرها درین خانه رهست ** هر دو گامی پر ز کزدمها چهست
  • Bütün o alillerden bu eve yol var... her iki adımda akreplerle dolu bir kuyu var!
  • باد تندست و چراغم ابتری ** زو بگیرانم چراغ دیگری
  • Rüzgâr şiddetli, ışığım sönmek üzere... çabuk davranayım da onun ışığından bir ışık daha uyandırayım.
  • تا بود کز هر دو یک وافی شود ** گر به باد آن یک چراغ از جا رود
  • Bari bu ikisinden biri kalsın da yel, ışığın birini söndürürse onunla eğleneyim.
  • هم‌چو عارف کن تن ناقص چراغ ** شمع دل افروخت از بهر فراغ 3110
  • Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden kurtulmak için gönül kandilini yakar da
  • تا که روزی کین بمیرد ناگهان ** پیش چشم خود نهد او شمع جان
  • Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini koyayım der.
  • او نکرد این فهم پس داد از غرر ** شمع فانی را بفانیی دگر
  • Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir fani kandile kapıldı!
  • عروس آوردن پادشاه فرزند خود را از خوف انقطاع نسل
  • Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
  • پس عروسی خواست باید بهر او ** تا نماید زین تزوج نسل رو
  • Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir kız almak istedi.
  • گر رود سوی فنا این باز باز ** فرخ او گردد ز بعد باز باز
  • Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
  • صورت او باز گر زینجا رود ** معنی او در ولد باقی بود 3115
  • Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi.
  • بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • بهر این معنی همه خلق از شغف ** می‌بیاموزند طفلان را حرف
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش 3120
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım.
  • دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • شد مفازه بادیه‌ی خون‌خوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل 3125
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler.
  • آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • مادر شه‌زاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا 3130
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun?
  • گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • در قناعت می‌گریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل هم‌چون گدا
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.