English    Türkçe    فارسی   

4
3757-3806

  • گفت نتوانی و طاقت نبودت ** حس ضعیفست و تنک سخت آیدت
  • Cebrail dedi ki: "Takatın yoktur göremezsin... duygu zayıftır, pek yufkadır!"
  • گفت بنما تا ببیند این جسد ** تا چد حد حس نازکست و بی‌مدد
  • Peygamber "Görün bakayım da bu beden, duygunun ne derece zayıf ve kuvvetsiz olduğunu anlasın" dedi.
  • آدمی را هست حس تن سقیم ** لیک در باطن یکی خلقی عظیم
  • İnsanın bedenine Ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.
  • بر مثال سنگ و آهن این تنه ** لیک هست او در صفت آتش‌زنه 3760
  • İnsanın bedeni ile ruhu taşla demire benzer. Fakat bu taşla demir, sıfat ve eser bakımından bir çakmaktır.
  • سنگ وآهن مولد ایجاد نار ** زاد آتش بر دو والد قهربار
  • Ateş, taşla demirden doğar... doğar da bu iki babaya kahırlar yağdırır!
  • باز آتش دستکار وصف تن ** هست قاهر بر تن او و شعله‌زن
  • Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
  • باز در تن شعله ابراهیم‌وار ** که ازو مقهور گردد برج نار
  • Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
  • لاجرم گفت آن رسول ذو فنون ** رمز نحن الاخرون السابقون
  • Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
  • ظاهر این دو بسندانی زبون ** در صفت از کان آهنها فزون 3765
  • Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür.
  • پس به صورت آدمی فرع جهان ** وز صفت اصل جهان این را بدان
  • İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
  • ظاهرش را پشه‌ای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
  • İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
  • چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
  • Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
  • شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
  • Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
  • چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید 3770
  • Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı.
  • آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
  • O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
  • هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
  • Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
  • دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
  • Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
  • بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
  • Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
  • این برای خاص وعام ره‌گذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر 3775
  • Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir.
  • از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
  • Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
  • تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
  • Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
  • شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
  • Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
  • پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
  • Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
  • باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص 3780
  • Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı?
  • حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
  • Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
  • طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
  • Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
  • هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
  • Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
  • آن زره وآن خود مر چالیش‌راست ** وین حریر و رود مر تعریش‌راست
  • O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
  • این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد 3785
  • Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü!
  • اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
  • Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
  • وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بی‌تغیر مقعد صدق اندرست
  • Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
  • جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
  • Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
  • بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
  • O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
  • آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد 3790
  • Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi?
  • جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
  • Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
  • هم‌چو رنجوری و هم‌چون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
  • Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.
  • خود نتانم ور بگويم وصف جان ** زلزله افتد در اين كون و مكان
  • Anlatamam... yoksa canın vasfına bir girişsem bu dünyaya da deprenti düşer, oluş âlemine de!
  • روبهش گر یک دمی آشفته بود ** شیر جان مانا که آن دم خفته بود
  • Onun tilkisi bir an perişan olduysa can aslanı o anda uykuda olmalı herhalde.
  • خفته بود آن شیر کز خوابست پاک ** اینت شیر نرمسار سهمناک 3795
  • Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydı. İşte sana hem yumuşak ve hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan!
  • خفته سازد شیر خود را آنچنان ** که تمامش مرده دانند این سگان
  • Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta ölmüş sanırlar!
  • ورنه در عالم کرا زهره بدی ** که ربودی از ضعیفی تربدی
  • Yoksa âlemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayıftan en ehemmiyetsiz şeyi bile çalıp çırpsın!
  • کف احمد زان نظر مخدوش گشت ** بحر او از مهر کف پرجوش گشت
  • Cebrail'e baktı da Hazreti Ahmet'in ancak köpüğü yaralandı... denizi köpük sevgisiyle coştu, köpürdü.
  • مه همه کفست معطی نورپاش ** ماه را گر کف نباشد گو مباش
  • Ay, baştan başa eldir, avuçtur, vericidir, nurlar saçar. Ayın eli, avucu yoksa ne zararı var ki? Varsın olmasın!
  • احمد ار بگشاید آن پر جلیل ** تا ابد بیهوش ماند جبرئیل 3800
  • Hazreti Ahmet eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedi olarak kendisinden geçip gider.
  • چون گذشت احمد ز سدره و مرصدش ** وز مقام جبرئیل و از حدش
  • Ahmet, sidreden ve Cebrail'in gözetme yerinden, makamından sınırından geçince,
  • گفت او را هین بپر اندر پیم ** گفت رو رو من حریف تو نیم
  • Cebrail'e "Hadi ardımca uç" dedi. Cebrail dedi ki: "Yürü, yürü ben senin eşin, eşitin değilim!"
  • باز گفت او را بیا ای پرده‌سوز ** من باوج خود نرفتستم هنوز
  • Hazreti Ahmet tekrar "Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamıma gitmedim ki" dedi.
  • گفت بیرون زین حد ای خوش‌فر من ** گر زنم پری بسوزد پر من
  • Cebrail dedi ki: "A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar!"
  • حیرت اندر حیرت آمد این قصص ** بیهشی خاصگان اندر اخص 3805
  • Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah hasları, daha has olanların ahvalini görünce kendilerinden geçerler.
  • بیهشیها جمله اینجا بازیست ** چند جان داری که جان پردازیست
  • Bütün kendinden geçişler, burada oyundan ibarettir... ne kadar canın var ki senin? Burası can verme makamıdır!