English    Türkçe    فارسی   

5
1317-1366

  • حرفها ماند بدین حرف از برون  ** لیک باشد در صفات این زبون 
  • Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
  • هر که گیرد او عصایی ز امتحان  ** کی بود چون آن عصا وقت بیان 
  • Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi?
  • عیسویست این دم نه هر باد و دمی  ** که برآید از فرح یا از غمی 
  • Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
  • این الم است و حم ای پدر  ** آمدست از حضرت مولی البشر  1320
  • Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Tanrı’dan gelmiştir.
  • هر الف لامی چه می‌ماند بدین  ** گر تو جان داری بدین چشمش مبین 
  • Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma.
  • گر چه ترکیبش حروفست ای همام  ** می‌بماند هم به ترکیب عوام 
  • Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer.
  • هست ترکیب محمد لحم و پوست  ** گرچه در ترکیب هر تن جنس اوست 
  • Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir.
  • گوشت دارد پوست دارد استخوان  ** هیچ این ترکیب را باشد همان 
  • Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?
  • که اندر آن ترکیب آمد معجزات  ** که همه ترکیبها گشتند مات  1325
  • O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular.
  • هم‌چنان ترکیب حم کتاب  ** هست بس بالا و دیگرها نشیب 
  • Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda.
  • زانک زین ترکیب آید زندگی  ** هم‌چو نفخ صور در درماندگی 
  • Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir.
  • اژدها گردد شکافد بحر را  ** چون عصا حم از داد خدا 
  • “Hâ mim” Tanrı lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar.
  • ظاهرش ماند به ظاهرها ولیک  ** قرص نان از قرص مه دورست نیک 
  • Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.
  • گریه‌ی او خنده‌ی او نطق او  ** نیست از وی هست محض خلق هو  1330
  • Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur.
  • چونک ظاهرها گرفتند احمقان  ** وآن دقایق شد ازیشان بس نهان 
  • Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.
  • لاجرم محجوب گشتند از غرض  ** که دقیقه فوت شد در معترض 
  • Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
  • داستان آن کنیزک کی با خر خاتون شهوت می‌راند و او را چون بز و خرس آموخته بود شهوت راندن آدمیانه و کدویی در قضیب خر می‌کرد تا از اندازه نگذرد خاتون بر آن وقوف یافت لکن دقیقه‌ی کدو را ندید کنیزک را ببهانه براه کرد جای دور و با خر جمع شد بی‌کدو و هلاک شد بفضیحت کنیزک بیگاه باز آمد و نوحه کرد که ای جانم و ای چشم روشنم کیر دیدی کدو ندیدی ذکر دیدی آن دگر ندیدی کل ناقص ملعون یعنی کل نظر و فهم ناقص ملعون و اگر نه ناقصان ظاهر جسم مرحوم‌اند ملعون نه‌اند بر خوان لیس علی الاعمی حرج نفی حرج کرد و نفی لعنت و نفی عتاب و غضب 
  • Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı,ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim canım, a benim gözümün nuru,aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.
  • یک کنیزک یک خری بر خود فکند  ** از وفور شهوت و فرط گزند 
  • Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
  • آن خر نر را بگان خو کرده بود  ** خر جماع آدمی پی برده بود 
  • O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
  • یک کدویی بود حیلت‌سازه را  ** در نرش کردی پی اندازه را  1335
  • O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.
  • در ذکر کردی کدو را آن عجوز  ** تا رود نیم ذکر وقت سپوز 
  • Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
  • گر همه کیر خر اندر وی رود  ** آن رحم و آن روده‌ها ویران شود 
  • Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
  • خر همی شد لاغر و خاتون او  ** مانده عاجز کز چه شد این خر چو مو 
  • Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
  • نعل‌بندان را نمود آن خر که چیست  ** علت او که نتیجه‌ش لاغریست 
  • Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
  • هیچ علت اندرو ظاهر نشد  ** هیچ کس از سر او مخبر نشد  1340
  • Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi.
  • در تفحص اندر افتاد او به جد  ** شد تفحص را دمادم مستعد 
  • Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
  • جد را باید که جان بنده بود  ** زانک جد جوینده یابنده بود 
  • İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
  • چون تفحص کرد از حال اشک  ** دید خفته زیر خر آن نرگسک 
  • Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
  • از شکاف در بدید آن حال را  ** بس عجب آمد از آن آن زال را 
  • Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
  • خر همی‌گاید کنیزک را چنان  ** که به عقل و رسم مردان با زنان  1345
  • Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
  • در حسد شد گفت چون این ممکنست  ** پس نم اولیتر که خر ملک منست 
  • Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
  • خر مهذب گشته و آموخته  ** خوان نهادست و چراغ افروخته 
  • Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
  • کرد نادیده و در خانه بکوفت  ** کای کنیزک چند خواهی خانه روفت 
  • Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
  • از پی روپوش می‌گفت این سخن  ** کای کنیزک آمدم در باز کن 
  • Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
  • کرد خاموش و کنیزک را نگفت  ** راز را از بهر طمع خود نهفت  1350
  • Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi.
  • پس کنیزک جمله آلات فساد  ** کرد پنهان پیش شد در را گشاد 
  • Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
  • رو ترش کرد و دو دیده پر ز نم  ** لب فرو مالید یعنی صایمم 
  • Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
  • در کف او نرمه جاروبی که من  ** خانه را می‌روفتم بهر عطن 
  • Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
  • چونک باع جاروب در را وا گشاد  ** گفت خاتون زیر لب کای اوستاد 
  • Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
  • رو ترش کردی و جاروبی به کف  ** چیست آن خر برگسسته از علف  1355
  • Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
  • نیم کاره و خشمگین جنبان ذکر  ** ز انتظار تو دو چشمش سوی در 
  • İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
  • زیر لب گفت این نهان کرد از کنیز  ** داشتش آن دم چو بی‌جرمان عزیز 
  • Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
  • بعد از آن گفتش که چادر نه به سر  ** رو فلان خانه ز من پیغام بر 
  • Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
  • این چنین گو وین چنین کن وآنچنان  ** مختصر کردم من افسانه‌ی زنان 
  • Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
  • آنچ مقصودست مغز آن بگیر  ** چون براهش کرد آن زال ستیر  1360
  • Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca,
  • بود از مستی شهوت شادمان  ** در فرو بست و همی‌گفت آن زمان 
  • Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
  • یافتم خلوت زنم از شکر بانگ  ** رسته‌ام از چار دانگ و از دو دانگ 
  • Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
  • از طرب گشته بزان زن هزار  ** در شرار شهوت خر بی‌قرار 
  • Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
  • چه بزان که آن شهوت او را بز گرفت  ** بز گرفتن گیج را نبود شگفت 
  • Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
  • میل شهوت کر کند دل را و کور  ** تا نماید خر چو یوسف نار نور  1365
  • Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir.
  • ای بسا سرمست نار و نارجو  ** خویشتن را نور مطلق داند او 
  • Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.