English    Türkçe    فارسی   

5
1881-1930

  • جمله پاکیها از آن دریا برند  ** قطره‌هااش یک به یک میناگرند 
  • Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katreleri teker,teker birer sırça yapan sanatkar.
  • شاه شاهانست و بلک شاه‌ساز  ** وز برای چشم بد نامش ایاز 
  • O padişahlar padişahı, hatta padişahlar meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.
  • چشمهای نیک هم بر وی به دست  ** از ره غیرت که حسنش بی‌حدست 
  • Kötü göz söyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok, elbette kıskanacaklar.
  • یک دهان خواهم به پهنای فلک  ** تا بگویم وصف آن رشک ملک 
  • Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim.
  • ور دهان یابم چنین و صد چنین  ** تنگ آید در فغان این حنین  1885
  • Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryadı figan o ağıza sığamaz.
  • این قدر گر هم نگویم ای سند  ** شیشه‌ی دل از ضعیفی بشکند 
  • Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından çatlayacak.
  • شیشه‌ی دل را چو نازک دیده‌ام  ** بهر تسکین بس قبا بدریده‌ام 
  • Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice cüppeler yırttım.
  • من سر هر ماه سه روز ای صنم  ** بی‌گمان باید که دیوانه شوم 
  • Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum.
  • هین که امروز اول سه روزه است  ** روز پیروزست نه پیروزه است 
  • Kendine gel bu gün o üç günün ilki. Bu gün zafer günü; firuze günü değil.
  • هر دلی که اندر غم شه می‌بود  ** دم به دم او را سر مه می‌بود  1890
  • Padişahın derdine düşen her gönle anbean ay başı var.
  • قصه‌ی محمود و اوصاف ایاز  ** چون شدم دیوانه رفت اکنون ز ساز 
  • Deli oldum da Mahmut’un hikayesiyle Eyaz’ın vasıflarını söyleyemedim kaldı gitti işte.
  • بیان آنک آنچ بیان کرده می‌شود صورت قصه است وانگه آن صورتیست کی در خورد این صورت گیرانست و درخورد آینه‌ی تصویر ایشان و از قدوسیتی کی حقیقت این قصه راست نطق را ازین تنزیل شرم می‌آید و از خجالت سر و ریش و قلم گم می‌کند و العاقل یکفیه الاشاره 
  • Söylenenler, hikayenin suretinden ibarettir, sureti anlayabileceklerin anlayışına, onların tasavvur aynalarına göre söylenmiştir. Bu hikayenin haki katındaki mukaddesliğe iner de söylemeye kalkışırsam utancımdan baş da kaybolur, sakal da, kalem de. Akıllı olana bir işaret yeter.
  • زانک پیلم دید هندستان به خواب  ** از خراج اومید بر ده شد خراب 
  • Çünkü filim rüyada Hindistan’ı gördü. Köy harab oldu, haraçtan ümidini kes.
  • کیف یاتی النظم لی والقافیه  ** بعد ما ضاعت اصول العافیه 
  • Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim?
  • ما جنون واحد لی فی الشجون  ** بل جنون فی جنون فی جنون 
  • Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik.
  • ذاب جسمی من اشارات الکنی  ** منذ عاینت البقاء فی الفنا  1895
  • Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti.
  • ای ایاز از عشق تو گشتم چو موی  ** ماندم از قصه تو قصه‌ی من بگوی 
  • Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, Artık sen benim hikayemi söyle.
  • بس فسانه‌ی عشق تو خواندم به جان  ** تو مرا که افسانه گشتستم بخوان 
  • Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku.
  • خود تو می‌خوانی نه من ای مقتدی  ** من که طورم تو موسی وین صدا 
  • Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
  • کوه بیچاره چه داند گفت چیست  ** زانک موسی می‌بداند که تهیست 
  • Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
  • کوه می‌داند به قدر خویشتن  ** اندکی دارد ز لطف روح تن  1900
  • Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.
  • تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب  ** آیتی از روح هم‌چون آفتاب 
  • Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
  • آن منجم چون نباشد چشم‌تیز  ** شرط باشد مرد اصطرلاب‌ریز 
  • Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
  • تا صطرلابی کند از بهر او  ** تا برد از حالت خورشید بو 
  • Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
  • جان کز اصطرلاب جوید او صواب  ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب 
  • Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
  • تو که ز اصطرب دیده بنگری  ** درجهان دیدن یقین بس قاصری  1905
  • Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün.
  • تو جهان را قدر دیده دیده‌ای  ** کو جهان سبلت چرا مالیده‌ای 
  • Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
  • عارفان را سرمه‌ای هست آن بجوی  ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی 
  • Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
  • ذره‌ای از عقل و هوش ار با منست  ** این چه سودا و پریشان گفتنست 
  • Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
  • چونک مغز من ز عقل و هش تهیست  ** پس گناه من درین تخلیط چیست 
  • Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?
  • نه گناه اوراست که عقلم ببرد  ** عقل جمله‌ی عاقلان پیشش بمرد  1910
  • Benim günahım yok ama aklimi alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede.
  • یا مجیر العقل فتان الحجی  ** ما سواک للعقول مرتجی 
  • Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.
  • ما اشتهیت العقل مذ جننتنی  ** ما حسدت الحسن مذ زینتنی 
  • Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan beri güzelliğe hiç haset etmedim.
  • هل جنونی فی هواک مستطاب  ** قل بلی والله یجزیک الثواب 
  • Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi? Tanrı sana hayırlar versin, evet iyi de!
  • گر بتازی گوید او ور پارسی  ** گوش و هوشی کو که در فهمش رسی 
  • O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri anlasın.
  • باده‌ی او درخور هر هوش نیست  ** حلقه‌ی او سخره‌ی هر گوش نیست  1915
  • Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil.
  • باز دیگر آمدم دیوانه‌وار  ** رو رو ای جان زود زنجیری بیار 
  • Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir.
  • غیر آن زنجیر زلف دلبرم  ** گر دو صد زنجیر آری بردرم 
  • Fakat sevgilimin zülfünden başka iki yüz tane zincir olsa kırarım ha.
  • حکمت نظر کردن در چارق و پوستین کی فلینظر الانسان مم خلق 
  • "İnsana bak, neden yaratıldı", hükmünce çarık ve kürke bakmanın sebebi
  • بازگردان قصه‌ی عشق ایاز  ** که آن یکی گنجیست مالامال راز 
  • Yine Eyaz’ın aşk hikayesine dön. Çünkü o hikaye sırlarla dopdolu bir hazinedir.
  • می‌رود هر روز در حجره‌ی برین  ** تا ببیند چارقی با پوستین 
  • Her gün o güzelim odaya çarığını postunu görmeye giderdi.
  • زانک هستی سخت مستی آورد  ** عقل از سر شرم از دل می‌برد  1920
  • Çünkü varlık, insanı adamakıllı sarhoş eder, aklını başından alır, utancını gönlünden.
  • صد هزاران قرن پیشین را همین  ** مستی هستی بزد ره زین کمین 
  • Önce gelenlerden nice yüz binlerce taifeyi varlık sarhoşluğu, bu geçitte yere yıktı.
  • شد عزرائیلی ازین مستی بلیس  ** که چرا آدم شود بر من رئیس 
  • İblis de neden Adem benden üstün olsun ki deyip Azazil kesildi.
  • خواجه‌ام من نیز و خواجه‌زاده‌ام  ** صد هنر را قابل و آماده‌ام 
  • Ben hem hocayım hem hoca oğlu. Yüz binlerce hünere kabiliyetim var, her şeyi yapabilirim.
  • در هنر من از کسی کم نیستم  ** تا به خدمت پیش دشمن بیستم 
  • Hüner ve marifette kimseden aşağı değilim ki hizmet etmek üzere düşmanın önünde ayak üstü durayım.
  • من ز آتش زاده‌ام او از وحل  ** پیش آتش مر وحل را چه محل  1925
  • Ben ateşten doğdum, o balçıktan. Ateşe karşı balçığın ne değeri vardır ki?
  • او کجا بود اندر آن دوری که من  ** صدر عالم بودم و فخر زمن 
  • Ben alemin en ulusu, zamanın övünülecek kişisiyken o vakit o neredeydi? dedi.
  • خلق الجان من مارج من نار و قوله تعالی فی حق ابلیس انه کان من الجن ففسق 
  • "Tanrı,cinleri ateşin dumansız alevinden yarattı" dendiği gibi yine ulu Tanrı İblis hakkında "Şüphe yok ki o, cin tayfasındandı, rabbinin buyruğundan çıktı" buyurmuştur.
  • شعله می‌زد آتش جان سفیه  ** که آتشی بود الولد سر ابیه 
  • Şeytanın can ateşi alevlenmede. O bir ateştir ki aslı gibi. “Çocuk babasının sırrıdır” denmiştir.
  • نه غلط گفتم که بد قهر خدا  ** علتی را پیش آوردن چرا 
  • Hayır yanlış söyledim. O ateş Tanrı kahrıdır. Bu hususta bir sebep göstermeye ne hacet?
  • کار بی‌علت مبرا از علل  ** مستمر و مستقرست از ازل 
  • Sebepsiz ve sebeplerle hiçbir münasebeti olmayan bir iş, ezelden beri daima olagelmektedir
  • در کمال صنع پاک مستحث  ** علت حادث چه گنجد یا حدث  1930
  • Onun sebepsiz ve illetsiz pak sanatına, ne sonradan yaratılan bir şeyin sebebi sığar, ne de sonradan yaratılan bir şey.