English    Türkçe    فارسی   

5
2560-2609

  • صحن ارض الله واسع آمده  ** هر درختی از زمینی سر زده  2560
  • Yeryüzü sahası geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır.
  • بر درختان شکر گویان برگ و شاخ  ** که زهی ملک و زهی عرصه‌ی فراخ 
  • Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke, ne de geniş saha diye şükrederler.
  • بلبلان گرد شکوفه‌ی پر گره  ** که از آنچ می‌خوری ما را بده 
  • Bülbüller, yediğin şeyden bize de vei' diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler.
  • این سخن پایان ندارد کن رجوع  ** سوی آن روباه و شیر و سقم و جوع 
  • Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin, aslanın, o illetin ve açlığın hikâyesine dön!
  • بردن روبه خر را پیش شیر و جستن خر از شیر و عتاب کردن روباه با شیر کی هنوز خر دور بود تعجیل کردی و عذر گفتن شیر و لابه کردن روبه را شیر کی برو بار دگرش به فریب 
  • Tilkinin, eşeği aslanın yanına götürmesi, eşeğin aslandan kaçışı, tilkinin aslanı eşek daha uzaktayken neden acele ettin? diye azarlaması, Aslanın özür getirerek git, bir daha kandır diye tilkiye yalvarması
  • چونک بر کوهش بسوی مرج برد  ** تا کند شیرش به حمله خرد و مرد 
  • Tilki, eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti.
  • دور بود از شیر و آن شیر از نبرد  ** تا به نزدیک آمدن صبری نکرد  2565
  • Eşek, aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi.
  • گنبدی کرد از بلندی شیر هول  ** خود نبودش قوت و امکان حول 
  • Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kı-mıldıyacak kuvveti yoktu zaten.
  • خر ز دورش دید و برگشت و گریز  ** تا به زیر کوه تازان نعل ریز 
  • Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, tâ dağın eteğine kadar kaçtı.
  • گفت روبه شیر را ای شاه ما  ** چون نکردی صبر در وقت وغا 
  • Tilki dedi ki: A padişahım, kavga zamanında neden sabretmedin?
  • تا به نزدیک تو آید آن غوی  ** تا باندک حمله‌ای غالب شوی 
  • O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin.
  • مکر شیطانست تعجیل و شتاب  ** لطف رحمانست صبر و احتساب  2570
  • Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir, Tanrının lûtfu.
  • دور بود و حمله را دید و گریخت  ** ضعف تو ظاهر شد و آب تو ریخت 
  • O uzaktaydı, hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü.
  • گفت من پنداشتم بر جاست زور  ** تا بدین حد می‌ندانستم فتور 
  • Aslan, kuvvetim yerinde sandım, dedi, bu derece halsiz kaldığımı zannetmiyordum.
  • نیز جوع و حاجتم از حد گذشت  ** صبر و عقلم از تجوع یاوه گشت 
  • Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu, aklım da.
  • گر توانی بار دیگر از خرد  ** باز آوردن مر او را مسترد 
  • Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir.
  • منت بسیار دارم از تو من  ** جهد کن باشد بیاری‌اش به فن  2575
  • Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.
  • گفت آری گر خدا یاری دهد  ** بر دل او از عمی مهری نهد 
  • Tilki, evet dedi; Tanrı yardım eder de körlükle gözünü bağlar.
  • پس فراموشش شود هولی که دید  ** از خری او نباشد این بعید 
  • Çektiği korkuyu unutursa ne âlâ. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir.
  • لیک چون آرم من او را بر متاز  ** تا ببادش ندهی از تعجیل باز 
  • Fakat onu kandırır da buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.
  • گفت آری تجربه کردم که من  ** سخت رنجورم مخلخل گشته تن 
  • Aslan dedi ki: Evet, sınadım, anladım ki pek. halsizim, bedenimde fer kalmamış.
  • تا به نزدیکم نیاید خر تمام  ** من نجنبم خفته باشم در قوام  2580
  • Eşek tamamiyle bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öylece uyur gösteririm.
  • رفت روبه گفت ای شه همتی  ** تا بپوشد عقل او را غفلتی 
  • Tilki yola düştü. "Aman padişahım, sen bana. himmet et de aklını bir gaflet bürüsün.
  • توبه‌ها کردست خر با کردگار  ** که نگردد غره‌ی هر نابکار 
  • Eşek, her kötü kişiye kanmamak için Tanrı'ya? tövbeler etmiştir.
  • توبه‌هااش را به فن بر هم زنیم  ** ما عدوی عقل و عهد روشنیم 
  • Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz, aklın ve aydın ahdin düşmanıyız.
  • کله‌ی خر گوی فرزندان ماست  ** فکرتش بازیچه‌ی دستان ماست 
  • Eşek başı, çocuklarımızın topudur, eşek fikri, elimizin oyuncağı!" diyordu.
  • عقل که آن باشد ز دوران زحل  ** پیش عقل کل ندارد آن محل  2585
  • Zühal yıldızının devrinden meydana gelen aklın, aklı küll'e karşı ne değeri vardır?
  • از عطارد وز زحل دانا شد او  ** ما ز داد کردگار لطف‌خو 
  • O akıl, Utarit'le Zühal'den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf ve ihsan olan Tanrı kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.
  • علم الانسان خم طغرای ماست  ** علم عند الله مقصدهای ماست 
  • Turamızın kıvrımı, "Tanrı, insana bilgi öğretti" âyetidir. Maksatlarımız, Tanrı indindeki bilgidir.
  • تربیه‌ی آن آفتاب روشنیم  ** ربی الاعلی از آن رو می‌زنیم 
  • O aydın güneş, bizi terbiye etmiştir. O yüzden "Rabbim, yücelerin yücesidir" der dururuz.
  • تجربه گر دارد او با این همه  ** بشکند صد تجربه زین دمدمه 
  • Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla bera-berbu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.
  • بوک توبه بشکند آن سست‌خو  ** در رسد شومی اشکستن درو  2590
  • Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.
  • در بیان آنک نقض عهد و توبه موجب بلا بود بلک موجب مسخ است چنانک در حق اصحاب سبت و در حق اصحاب مایده‌ی عیسی و جعل منهم القردة و الخنازیر و اندرین امت مسخ دل باشد و به قیامت تن را صورت دل دهند نعوذ بالله 
  • Aht ve tövbeyi bozmak, insanı belâya uğratır. Hattâ çarpar. Nitekim cumartesi günleri, iş işlememeye memur olan yahudilerle İsa'nın maidesini yiyenler hakkında "Onları çarpıp maymun ve domuz haline getirdik" dendi. Bu ümmette, gönül çarpılır, kıyametteyse bedene gönlün suretini verirler.
  • نقض میثاق و شکست توبه‌ها  ** موجب لعنت شود در انتها 
  • Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
  • نقض توبه و عهد آن اصحاب سبت  ** موجب مسخ آمد و اهلاک و مقت 
  • Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
  • پس خدا آن قوم را بوزینه کرد  ** چونک عهد حق شکستند از نبرد 
  • Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
  • اندرین امت نبد مسخ بدن  ** لیک مسخ دل بود ای بوالفطن 
  • Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.
  • چون دل بوزینه گردد آن دلش  ** از دل بوزینه شد خوار آن گلش  2595
  • Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.
  • گر هنر بودی دلش را ز اختبار  ** خوار کی بودی ز صورت آن حمار 
  • O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
  • آن سگ اصحاب خوش بد سیرتش  ** هیچ بودش منقصت زان صورتش 
  • Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
  • مسخ ظاهر بود اهل سبت را  ** تا ببیند خلق ظاهر کبت را 
  • Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
  • از ره سر صد هزاران دگر  ** گشته از توبه شکستن خوک و خر 
  • Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
  • دوم بار آمدن روبه بر این خر گریخته تا باز بفریبدش 
  • Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi
  • پس بیامد زود روبه سوی خر  ** گفت خر از چون تو یاری الحذر  2600
  • Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
  • ناجوامردا چه کردم من ترا  ** که به پیش اژدها بردی مرا 
  • A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
  • موجب کین تو با جانم چه بود  ** غیر خبث جوهر تو ای عنود 
  • Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
  • هم‌چو کزدم کو گزد پای فتی  ** نارسیده از وی او را زحمتی 
  • Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
  • یا چو دیوی کو عدوی جان ماست  ** نارسیده زحمتش از ما و کاست 
  • Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.
  • بلک طبعا خصم جان آدمیست  ** از هلاک آدمی در خرمیست  2605
  • Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir.
  • از پی هر آدمی او نسکلد  ** خو و طبع زشت خود او کی هلد 
  • O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
  • زانک خبث ذات او بی‌موجبی  ** هست سوی ظلم و عدوان جاذبی 
  • Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
  • هر زمان خواند ترا تا خرگهی  ** که در اندازد ترا اندر چهی 
  • Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
  • که فلان جا حوض آبست و عیون  ** تا در اندازد به حوضت سرنگون 
  • Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.