English    Türkçe    فارسی   

5
287-336

  • ذات ایمان نعمت و لوتیست هول  ** ای قناعت کرده از ایمان به قول 
  • Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
  • بیان آنک نور که غذای جانست غذای جسم اولیا می‌شود تا او هم یار می‌شود روح را کی اسلم شیطانی علی یدی 
  • ”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
  • گرچه آن مطعوم جانست و نظر  ** جسم را هم زان نصیبست ای پسر 
  • Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
  • گر نگشتی دیو جسم آن را اکول  ** اسلم الشیطان نفرمودی رسول 
  • Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
  • دیو زان لوتی که مرده حی شود  ** تا نیاشامد مسلمان کی شود  290
  • Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur?
  • دیو بر دنیاست عاشق کور و کر  ** عشق را عشقی دگر برد مگر 
  • Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
  • از نهان‌خانه‌ی یقین چون می‌چشد  ** اندک‌اندک رخت عشق آنجا کشد 
  • Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
  • یا حریص االبطن عرج هکذا  ** انما المنهاج تبدیل الغذا 
  • Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir.
  • یا مریض القلب عرج للعلاج  ** جملة التدبیر تبدیل المزاج 
  • Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir.
  • ایها المحبوس فی رهن الطعام  ** سوف تنجو ان تحملت الفطام  295
  • Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun.
  • ان فی‌الجوع طعام وافر  ** افتقدها وارتج یا نافر 
  • Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
  • اغتذ بالنور کن مثل البصر  ** وافق الاملاک یا خیر البشر 
  • Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
  • چون ملک تسبیح حق را کن غذا  ** تا رهی هم‌چون ملایک از اذا 
  • Melek gibi Allahyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
  • جبرئیل ار سوی جیفه کم تند  ** او به قوت کی ز کرکس کم زند 
  • Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta. Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı mıdır ki?
  • حبذا خوانی نهاده در جهان  ** لیک از چشم خسیسان بس نهان  300
  • Allah aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık kişilerin gözlerinden pek gizlidir.
  • گر جهان باغی پر از نعمت شود ** قسم موش و مار هم خاکی بود
  • Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak yer.
  • انکار اهل تن غذای روح را و لرزیدن ایشان بر غذای خسیس 
  • Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemeğe titremeleri
  • قسم او خاکست گر دی گر بهار  ** میر کونی خاک چون نوشی چو مار 
  • İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
  • در میان چوب گوید کرم چوب  ** مر کرا باشد چنین حلوای خوب 
  • Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
  • کرم سرگین در میان آن حدث  ** در جهان نقلی نداند جز خبث 
  • Bok böceği, bok içinde yaşar ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.
  • مناجات 
  • Münacat
  • ای خدای بی‌نظیر ایثار کن  ** گوش را چون حلقه دادی زین سخن  305
  • Ey eşi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç!
  • گوش ما گیر و بدان مجلس کشان  ** کز رحیقت می‌خورند آن سرخوشان 
  • Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
  • چون به ما بویی رسانیدی ازین  ** سر مبند آن مشک را ای رب دین 
  • Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Allahsı o tulumun ağzını kapama.
  • از تو نوشند ار ذکورند ار اناث  ** بی‌دریغی در عطا یا مستغاث 
  • Ey kendisine sığınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!
  • ای دعا ناگفته از تو مستجاب  ** داده دل را هر دمی صد فتح باب 
  • Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle her an yüzlerce kapı açarsın.
  • چند حرفی نقش کردی از رقوم  ** سنگها از عشق آن شد هم‌چو موم  310
  • Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi muma döndü.
  • نون ابرو صاد چشم و جیم گوش  ** بر نوشتی فتنه‌ی صد عقل و هوش 
  • Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nununu, göz sadını, kulak cimini yazdın.
  • زان حروفت شد خرد باریک‌ریس  ** نسخ می‌کن ای ادیب خوش‌نویس 
  • Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
  • در خور هر فکر بسته بر عدم  ** دم به دم نقش خیالی خوش رقم 
  • Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme;
  • حرفهای طرفه بر لوح خیال  ** بر نوشته چشم و عارض خد و خال 
  • Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın.
  • بر عدم باشم نه بر موجود مست  ** زانک معشوق عدم وافی‌ترست  315
  • Halbuki ben, yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yokluk sevgilisi, bence daha vefalıdır.
  • عقل را خط خوان آن اشکال کرد  ** تا دهد تدبیرها را زان نورد 
  • Allah akıla o şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Allahsını dilemesini diledi.
  • تمثیل لوح محفوظ و ادراک عقل هر کسی از آن لوح آنک امر و قسمت و مقدور هر روزه‌ی ویست هم چون ادراک جبرئیل علیه‌السلام هر روزی از لوح اعظم عقل مثال جبرئیلست و نظر او به تفکر به سوی غیبی که معهود اوست در تفکر و اندیشه‌ی کیفیت معاش و بیرون شو کارهای هر روزینه مانند نظر جبرئیلست در لوح و فهم کردن او از لوح 
  • Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselam’ın her gün o levihten bir şey anlamasına benzer
  • چون ملک از لوح محفوظ آن خرد  ** هر صباحی درس هر روزه برد 
  • Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır.
  • بر عدم تحریرها بین بی‌بنان  ** و از سوادش حیرت سوداییان 
  • Yokluğu parmaksız olarak yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına şaşırıp kalmışlar.
  • هر کسی شد بر خیالی ریش گاو  ** گشته در سودای گنجی کنج‌کاو 
  • Herkes bir hayale kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak için bir bucağı kazmada;
  • از خیالی گشته شخصی پرشکوه  ** روی آورده به معدنهای کوه  320
  • Biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde dağlardaki madenlere yüz çevirmiş;
  • وز خیالی آن دگر با جهد مر  ** رو نهاده سوی دریا بهر در 
  • Öbürü, bir hayale düşmüş, sıkıntılı uğraşmalarla, didişmelerle inci çıkarmak için denize yönelmiş;
  • وآن دگر بهر ترهب در کنشت  ** وآن یکی اندر حریصی سوی کشت 
  • Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya düşmüş!
  • از خیال آن ره‌زن رسته شده  ** وز خیال این مرهم خسته شده 
  • O yol kesen, kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmuş.
  • در پری‌خوانی یکی دل کرده گم  ** بر نجوم آن دیگری بنهاده سم 
  • Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş.
  • این روشها مختلف بیند برون  ** زان خیالات ملون ز اندرون  325
  • Bu gidişler, içteki renk renk hayaller yüzünden dışarıda da birbirine aykırı görünür.
  • این در آن حیران شده کان بر چیست  ** هر چشنده آن دگر را نافیست 
  • Bu ona bakıp ne yapıyor, ne iş işliyor diye hayrette. Bu şaraptan her tadan kişi, öbürünün yaptığını boş bulmada.
  • آن خیالات ار نبد نامتلف  ** چون ز بیرون شد روشها مختلف 
  • O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidişler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
  • قبله‌ی جان را چو پنهان کرده‌اند  ** هر کسی رو جانبی آورده‌اند 
  • Hepsi de can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana yüz çevirmiştir.
  • تمثیل روشهای مختلف و همتهای گوناگون به اختلاف تحری متحریان در وقت نماز قبله را در وقت تاریکی و تحری غواصان در قعر بحر 
  • Birbirine aykırı gidişler ve çeşitli didinişler, karanlıkta kıblenin ne tarafta olduğunu arayanların haline ve denizin dibinde inci arayan dalgıçların durumuna benzer
  • هم‌چو قومی که تحری می‌کنند  ** بر خیال قبله سویی می‌تنند 
  • Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.
  • چونک کعبه رو نماید صبحگاه  ** کشف گردد که کی گم کردست راه  330
  • Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır.
  • یا چو غواصان به زیر قعر آب  ** هر کسی چیزی همی‌چیند شتاب 
  • Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
  • بر امید گوهر و در ثمین  ** توبره پر می‌کنند از آن و این 
  • Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
  • چون بر آیند از تگ دریای ژرف  ** کشف گردد صاحب در شگرف 
  • O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar.
  • وآن دگر که برد مروارید خرد  ** وآن دگر که سنگ‌ریزه و شبه برد 
  • Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu anlaşılır.
  • هکذی یبلوهم بالساهره  ** فتنة ذات افتضاح قاهره  335
  • İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer.
  • هم‌چنین هر قوم چون پروانگان  ** گرد شمعی پرزنان اندر جهان 
  • Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır.