English    Türkçe    فارسی   

5
3541-3590

  • بهر هر محنت چو خود را می‌کشند  ** اصل محنتهاست این چونش کشند 
  • Halk, her çeşit mihnetten ötürü kendini öldürüp dururken mihnetlerin aslı olan bu ayrılığı nasıl çeksin?
  • از فدایی مردمان را حیرتیست  ** هر یکی از ما فدای سیرتیست 
  • Halk, canını feda edene şaşar. Fakat bizim her birimiz fedayi huyluyuz.
  • ای خنک آنک فدا کردست تن  ** بهر آن کارزد فدای آن شدن 
  • Ne mutlu o kişiye ki bedenini, feda edilmeye değer bir dosta feda etmiştir.
  • هر یکی چونک فدایی فنیست  ** کاندر آن ره صرف عمر و کشتنیست 
  • Herkes, bir fennin, bir sanatın fedaisidir. Ömrünü o yolda sarf eder, ölüp gider.
  • کشتنی اندر غروبی یا شروق  ** که نه شایق ماند آنگه نه مشوق  3545
  • İster doğularda olsun, ister batılarda, herkes, nihayet ölür. O zaman ne âşık kalır, ne maşuk!
  • باری این مقبل فدای این فنست  ** کاندرو صد زندگی در کشتنست 
  • Hiç olmazsa bu devletli, zaten şu hünere gönüllü, kendisini feda etmiş. Onun öldürülmesinde yüzlerce hayat var.
  • عاشق و معشوق و عشقش بر دوام  ** در دو عالم بهرمند و نیک‌نام 
  • Âşık da onca ebedî, maşuk da, aşk da. İki âlemde de dileğine ermiş, iyi bir ad san kazanmış.
  • یا کرامی ارحموا اهل الهوی  ** شانهم ورد التوی بعد التوی 
  • Ey ulular, âşıklara acıyın. Onların şanı, helak olduktan sonra bile helak olmaya hazır bulunmaktır.
  • عفو کن ای میر بر سختی او  ** در نگر در درد و بدبختی او 
  • Beyim, onun kabalığını affet. Onun derdine, betbahtlığına bak.
  • تا ز جرمت هم خدا عفوی کند  ** زلتت را مغفرت در آکند  3550
  • Onu affet de Tanrı da seni affetsin, suçlarını yarlıgasın.
  • تو ز غفلت بس سبو بشکسته‌ای  ** در امید عفو دل در بسته‌ای 
  • Sen de gafletle az testiler kırmamışsındır. Sen de affa ümit bağlamışsındır.
  • عفو کن تا عفو یابی در جزا  ** می‌شکافد مو قدر اندر سزا 
  • Affet de ahrette sen de af edilesin. Kader, ceza vermede kılı kırk yarar.
  • جواب گفتن امیر مر آن شفیعان را و همسایگان زاهد را کی گستاخی چرا کرد و سبوی ما را چرا شکست من درین باب شفاعت قبول نخواهم کرد کی سوگند خورده‌ام کی سزای او را بدهم 
  • Beyin, o şefaatçilere ve komşulara, neden küstahlık edip testiyi kırdı? Bu hususta şefaat kabul etmem. Onun cezasını vermeye yemin ettim diye cevap vermesi
  • میر گفت او کیست کو سنگی زند  ** بر سبوی ما سبو را بشکند 
  • Bey dedi ki: O kim oluyor ki bizim testimize taş atıp kırıyor?
  • چون گذر سازد ز کویم شیر نر  ** ترس ترسان بگذرد با صد حذر 
  • Benim civarımdan erkek aslan bile yüzlerce çekingenlikle, korka korka geçmede.
  • بنده‌ی ما را چرا آزرد دل  ** کرد ما را پیش مهمانان خجل  3555
  • Neden kulumuzun gönlünü incitti, bizi konuğumuzun yanında utandırdı?
  • شربتی که به ز خون اوست ریخت  ** این زمان هم‌چون زنان از ما گریخت 
  • Onun kanından daha değerli olan şarabı döktü de kadınlar gibi bizden kaçıp da gizlendi.
  • لیک جان از دست من او کی برد  ** گیر هم‌چون مرغ بالا بر پرد 
  • Fakat tut ki bir kuş gibi uçsun, benim elimden nerde canını kurtaracak?
  • تیر قهر خویش بر پرش زنم  ** پر و بال مردریگش بر کنم 
  • Kahır okumla kanadını kırar, onun arda kalası kanadını koparırım.
  • گر رود در سنگ سخت از کوششم  ** از دل سنگش کنون بیرون کشم 
  • Benden kaçıp da bir katı taşın içine girse, gizlense yine onu tutar, o taşın içinden çıkarırım.
  • من برانم بر تن او ضربتی  ** که بود قوادکان را عبرتی  3560
  • Ona bir kılıç çalayım da bütün kaltabanlara ibret olsun!
  • با همه سالوس با ما نیز هم  ** داد او و صد چو او این دم دهم 
  • Herkese yobazlık satsın, bu yetmiyormuş gibi bir de bize satmaya kalkışsın ha! Onun da cezasını şimdicik vereceğim, onun gibi yüz tanesinin de.
  • خشم خون‌خوارش شده بد سرکشی  ** از دهانش می بر آمد آتشی 
  • Öyle kızmış, öyle kan dökülücüğü tutmuş ki ağzından ateş püskürüyordu.
  • دو بار دست و پای امیر را بوسیدن و لابه کردن شفیعان و همسایگان زاهد 
  • Zahidin komşulariyle şefaatçilerinin ikinci defa olarak beyin eline, ayağına kapanarak yalvarmaları
  • آن شفیعان از دم هیهای او  ** چند بوسیدند دست و پای او 
  • O şefaatçiler, onun o hay hayına karşı birçok defalar elini, ayağını öpüp,
  • کای امیر از تو نشاید کین کشی  ** گر بشد باده تو بی‌باده خوشی 
  • Dediler ki: A beyim, sana kin gütmek yaraşmaz. Şarap dökülüp gittiyse ne çıkar? Sen şarapsız da hoşsun.
  • باده سرمایه ز لطف تو برد  ** لطف آب از لطف تو حسرت خورد  3565
  • Şarap, neşe sermayesini senden alır. Suyun letafeti senin letafetine imrenir.
  • پادشاهی کن ببخشش ای رحیم  ** ای کریم ابن الکریم ابن الکریم 
  • Padişahlık et, ey merhamet sahibi, ey kerem sahibinin oğlu, kerem sahibinin oğlu kerem sahibi bağışla.
  • هر شرابی بنده‌ی این قد و خد  ** جمله مستان را بود بر تو حسد 
  • Her şarap, bu boya, bu yüze kuldur. Bütün sarhoşlar sana haset ederler.
  • هیچ محتاج می گلگون نه‌ای  ** ترک کن گلگونه تو گلگونه‌ای 
  • Senin, gül renkli şaraba hiç ihtiyacın yok. Gül rengini bırak, gül renklilik sensin zaten.
  • ای رخ چون زهره‌ات شمس الضحی  ** ای گدای رنگ تو گلگونه‌ها 
  • Ey zühre'ye benziyen yüzü kuşluk güneşi olan, ey rengine karşı gül rengi yoksul bir hale gelen bey,
  • باده کاندر خنب می‌جوشد نهان  ** ز اشتیاق روی تو جوشد چنان  3570
  • Şarap, küpte gizlice senin yüzünün iştiyakiyle kaynayıp coşar.
  • ای همه دریا چه خواهی کرد نم  ** وی همه هستی چه می‌جویی عدم 
  • Sen baştanbaşa denizsin, ıslaklığı ne istersin ki? Sen, tamamiyle varlıksın, yokluğu ne ararsın ki?
  • ای مه تابان چه خواهی کرد گرد  ** ای که مه در پیش رویت روی‌زرد 
  • Ey parlak ay, tozu ne yapacaksın? Ay bile, senin yüzüne bakar da sararır.
  • تاج کرمناست بر فرق سرت  ** طوق اعطیناک آویز برت 
  • Sen hoşsun, güzelsin, her türlü hoşluğun madenisin. Neden şaraba minnet edersin ki?
  • تو خوش و خوبی و کان هر خوشی  ** تو چرا خود منت باده کشی 
  • Başında "Biz insan oğullarını ululadık" tacı, boynunda "Biz sana kevser ırmağını verdik" gerdanlığı var.
  • جوهرست انسان و چرخ او را عرض  ** جمله فرع و پایه‌اند و او غرض  3575
  • İnsan cevherdir, gök ona arazdır. Her şey fer'idir, her şeyden maksat odur.
  • ای غلامت عقل و تدبیرات و هوش  ** چون چنینی خویش را ارزان فروش 
  • Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey, mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?
  • خدمتت بر جمله هستی مفترض  ** جوهری چون نجده خواهد از عرض 
  • Sana hizmet etmek, bütün varlık âlemine farzdır. Bir cevher, neden arazdan ihsan ister ki?
  • علم جویی از کتبها ای فسوس  ** ذوق جویی تو ز حلوا ای فسوس 
  • Yazıklar olsun, kitaplardan bilgi arıyorsun ha, helvadan zevk istiyorsun ha!
  • بحر علمی در نمی پنهان شده  ** در سه گز تن عالمی پنهان شده 
  • Bir bilgi denizisin ki bir ıslaklıkta gizlenmiş; bir âlemsin ki üç arşın boyunda bir bedene bürünmüş!
  • می چه باشد یا سماع و یا جماع  ** تا بجویی زو نشاط و انتفاع  3580
  • Şarap nedir, güzel ses ve çalgı dinlemek, yahut bir güzelle buluşmak nedir ki sen onlardan bir neşe, bir menfaat ummadasın!
  • آفتاب از ذره‌ای شد وام خواه  ** زهره‌ای از خمره‌ای شد جام‌خواه 
  • Hiç güneş, bir zerreden borç ister mi, hiç zühre yıldızı, bir küçücük küpten şarap diler mi?
  • جان بی‌کیفی شده محبوس کیف  ** آفتابی حبس عقده اینت حیف 
  • Sen keyfiyeti bilinmez bir cansın keyfiyet âlemine hapsedilmişsin. Sen bir güneşsin, bir ukdeye tutulmuşsun: işte bu, sana yakışmaz, yazık!
  • باز جواب گفتن آن امیر ایشان را 
  • Beyin tekrar onlara cevap vermesi
  • گفت نه نه من حریف آن میم  ** من به ذوق این خوشی قانع نیم 
  • Bey dedi ki: Hayır hayır.. Ben, o şarabın adamıyım. Ben, bu hoşluktan alınan zevke kanaat edemem.
  • من چنان خواهم که هم‌چون یاسمین  ** کژ همی‌گردم چنان گاهی چنین 
  • Ben yasemin gibi olmayı, gah şöyle, gah böyle eğilip bükülmeyi isterim.
  • وارهیده از همه خوف و امید  ** کژ همی‌گردم بهر سو هم‌چو بید  3585
  • 3585Bütün korkulardan, bütün ümitlerden kurtulup söğüt gibi her yana eğilmeliyim.
  • هم‌چو شاخ بید گردان چپ و راست  ** که ز بادش گونه گونه رقصهاست 
  • Söğüt dalı gibi sağa sola dönmeli, onun gibi rüzgârda çeşit çeşit oynamalıyım.
  • آنک خو کردست با شادی می  ** این خوشی را کی پسندد خواجه کی 
  • Şarabın verdiği neşeye alışan, nerden bu neşeyi beğenecek hey hocam!
  • انبیا زان زین خوشی بیرون شدند  ** که سرشته در خوشی حق بدند 
  • Peygamberler, Tanrı neşesine dalmışlardı, onunla yoğrulmuşlardı da onun için bu neşeden vazgeçtiler.
  • زانک جانشان آن خوشی را دیده بود  ** این خوشیها پیششان بازی نمود 
  • Onların canları, o neşeyi gördüğünden onlara bu neşeler, oyuncak görünmüştü.
  • با بت زنده کسی چون گشت یار  ** مرده را چون در کشد اندر کنار  3590
  • Diri olan bir güzelliğe dostluk eden, artık ölüyü nasıl kucaklar?
  • تفسیر این آیت که و ان الدار الاخرة لهی الحیوان لوکانوا یعلمون کی در و دیوار و عرصه‌ی آن عالم و آب و کوزه و میوه و درخت همه زنده‌اند و سخن‌گوی و سخن‌شنو و جهت آن فرمود مصطفی علیه السلام کی الدنیا جیفه و طلابها کلاب و اگر آخرت را حیات نبودی آخرت هم جیفه بودی جیفه را برای مردگیش جیفه گویند نه برای بوی زشت و فرخجی 
  • "Bilseniz ahiret, ebedî hayat yurdudur" âyetinin tefsiri. Yani o âlemin kapısı, duvarı, suyu, testisi, meyvası, ağacı hep diridir. Söz söyler ve söz duyar. Onun için Mustafa aleyhisselâm "Dünya bir leştir, onu istiyenler de köpeklerdir" buyurdu. Ahirette dirilik olmasaydı o da leş olurdu. Leşe, ölü olduğundan leş derler, pis kokusundan ve mundarlığından değil.