English    Türkçe    فارسی   

5
3694-3743

  • که اعذنی خالقی من شره  ** لا تحرمنی انل من بره 
  • Ey yaradanım, beni o belânın şerrinden sakla bekle. O yüzden gelecek ihsanları bana haram etme, beni o lûtuflara kavuştur.
  • رب اوزعنی لشکر ما اری  ** لا تعقب حسرة لی ان مضی  3695
  • Rabbim, uğradığım belâlara karşı lütfet de şükredeyim, geçip giderse ona hasret çekmeyeyim de.
  • آن ضمیر رو ترش را پاس‌دار  ** آن ترش را چون شکر شیرین شمار 
  • O suratı asık derdi koru. O acılığı şeker gibi tatlı say.
  • ابر را گر هست ظاهر رو ترش  ** گلشن آرنده‌ست ابر و شوره‌کش 
  • Bulutun da görünüşte yüzü asıktır ama gül bahçesini bezer, çalı çırpıyı kırar.
  • فکر غم را تو مثال ابر دان  ** با ترش تو رو ترش کم کن چنان 
  • Gamı bulut gibi bil de o asık suratlıya pek surat asmaya kalkışma.
  • بوک آن گوهر به دست او بود  ** جهد کن تا از تو او راضی رود 
  • Belki o inci, elindedir, olur ya, Onun için çalış çabala da senden razı olsun.
  • ور نباشد گوهر و نبود غنی  ** عادت شیرین خود افزون کنی  3700
  • Hattâ böyle olmasa bile bu huyu âdet edinir, o güzelim huyla huylanır, o huyu artırırsın da,
  • جای دیگر سود دارد عادتت  ** ناگهان روزی بر آید حاجتت 
  • Başka yerlerde de böyle hareket edersin ve bir gün birdenbire muhtaç olduğun şeye erişiverirsin.
  • فکرتی کز شادیت مانع شود  ** آن به امر و حکمت صانع شود 
  • Neşene mâni olan düşünce, Tann'nın emriyle, Tanrı'nın hikmetiyle gelir.
  • تو مخوان دو چار دانگش ای جوان  ** بوک نجمی باشد و صاحب‌قران 
  • Sen ona felâket deme delikanlım. Belki bir yıldızdır, belki kutluluk kıranındadır.
  • تو مگو فرعیست او را اصل گیر  ** تا بوی پیوسته بر مقصود چیر 
  • Sen ona feri deme, asıl tut da onunla daima maksadına eriş,'üstün çık.
  • ور تو آن را فرع گیری و مضر  ** چشم تو در اصل باشد منتظر  3705
  • Onu fer'i sayar, muzır tutarsan gözün, aslı gözler durur.
  • زهر آمد انتظارش اندر چشش  ** دایما در مرگ باشی زان روش 
  • Halbuki bekleyiş, çeşnide zehirdir âdeta. Bu gidişle daima ölüm halinde kalırsın.
  • اصل دان آن را بگیرش در کنار  ** بازره دایم ز مرگ انتظار 
  • Onu asıl bil, kucakla da bekleyiş ölümünden kurtul.
  • نواختن سلطان ایاز را 
  • Padişahın, Eyaz'a iltifatı
  • ای ایاز پر نیاز صدق‌کیش  ** صدق تو از بحر و از کوهست بیش 
  • Ey doğru özlü, daima yalvarıp yakarmada olan Eyaz, doğruluğun, denizden de artıktır, dağdan da!
  • نه به وقت شهوتت باشد عثار  ** که رود عقل چو کوهت کاه‌وار 
  • Ne istek zamanı bir hataya düşüyorsun, dağ gibi aklın saman gibi uçuyor..
  • نه به وقت خشم و کینه صبرهات  ** سست گردد در قرار و در ثبات  3710
  • Ne öfke ve kin zamanı sabrın gevşeyip karar ve sebatını terk ediyor!
  • مردی این مردیست نه ریش و ذکر  ** ورنه بودی شاه مردان کیر خر 
  • Erlik budur işte. Yoksa adam, sakalla, aletle adam olmaz, öyle olsaydı eşeğin aleti erlerin padişahı olurdu.
  • حق کرا خواندست در قرآن رجال  ** کی بود این جسم را آنجا مجال 
  • Tanrı, Kur'anda kimlere er dedi? Nerde bu beden, oraya varacak?
  • روح حیوان را چه قدرست ای پدر  ** آخر از بازار قصابان گذر 
  • Babacığım, hayvan ruhunun ne değeri var? Kasapların pazarından geç de gör.
  • صد هزاران سر نهاده بر شکم  ** ارزشان از دنبه و از دم کم 
  • Yüz binlerce baş, gövde üstüne konmuştur. Değerlerini yağdan, kuyruktan kıyas et.
  • روسپی باشد که از جولان کیر  ** عقل او موشی شود شهوت چو شیر  3715
  • Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
  • وصیت کردن پدر دختر را کی خود را نگهدار تا حامله نشوی از شوهرت 
  • Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
  • خواجه‌ای بودست او را دختری  ** زهره‌خدی مه‌رخی سیمین‌بری 
  • Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
  • گشت بالغ داد دختر را به شو  ** شو نبود اندر کفائت کفو او 
  • Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
  • خربزه چون در رسد شد آبناک  ** گر بنشکافی تلف گردد هلاک 
  • Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
  • چون ضرورت بود دختر را بداد  ** او بناکفوی ز تخویف فساد 
  • Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
  • گفت دختر را کزین داماد نو  ** خویشتن پرهیز کن حامل مشو  3720
  • Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
  • کز ضرورت بود عقد این گدا  ** این غریب‌اشمار را نبود وفا 
  • Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
  • ناگهان به جهد کند ترک همه  ** بر تو طفل او بماند مظلمه 
  • Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
  • گفت دختر کای پدر خدمت کنم  ** هست پندت دل‌پذیر و مغتنم 
  • Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
  • هر دو روزی هر سه روزی آن پدر  ** دختر خود را بفرمودی حذر 
  • Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
  • حامله شد ناگهان دختر ازو  ** چون بود هر دو جوان خاتون و شو  3725
  • Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti.
  • از پدر او را خفی می‌داشتش  ** پنج ماهه گشت کودک یا که شش 
  • Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
  • گشت پیدا گفت بابا چیست این  ** من نگفتم که ازو دوری گزین 
  • Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
  • این وصیتهای من خود باد بود  ** که نکردت پند و وعظم هیچ سود 
  • Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
  • گفت بابا چون کنم پرهیز من  ** آتش و پنبه‌ست بی‌شک مرد و زن 
  • Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
  • پنبه را پرهیز از آتش کجاست  ** یا در آتش کی حفاظست و تقاست  3730
  • Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir?
  • گفت من گفتم که سوی او مرو  ** تو پذیرای منی او مشو 
  • Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
  • در زمان حال و انزال و خوشی  ** خویشتن باید که از وی در کشی 
  • Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
  • گفت کی دانم که انزالش کیست  ** این نهانست و بغایت دوردست 
  • Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
  • گفت چشمش چون کلاپیسه شود  ** فهم کن که آن وقت انزالش بود 
  • Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
  • گفت تا چشمش کلاپیسه شدن  ** کور گشتست این دو چشم کور من  3735
  • Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
  • نیست هر عقلی حقیری پایدار  ** وقت حرص و وقت خشم و کارزار 
  • Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
  • وصف ضعیف دلی و سستی صوفی سایه پرورد مجاهده ناکرده درد و داغ عشق ناچشیده به سجده و دست‌بوس عام و به حرمت نظر کردن و بانگشت نمودن ایشان کی امروز در زمانه صوفی اوست غره شده و بوهم بیمار شده هم‌چون آن معلم کی کودکان گفتند کی رنجوری و با این وهم کی من مجاهدم مرا درین ره پهلوان می‌دانند با غازیان به غزا رفته کی به ظاهر نیز هنر بنمایم در جهاد اکبر مستثناام جهاد اصغر خود پیش من چه محل دارد خیال شیر دیده و دلیریها کرده و مست این دلیری شده و روی به بیشه نهاده به قصد شیر و شیر به زبان حال گفته کی کلا سوف تعلمون ثم کلا سوف تعلمون 
  • Nefsiyle savaşmamış, aşk derdi çekmemiş, gölgede yetişmiş, yalnız halkın kendisine secde etmesini, elini öpmesini, hürmetle bakıp "işte zamanede sofi budur" diye parmakla göstermesini dilediğinden sofilik yoluna girmiş biri vardı. Çocukların, sen hastasın diyerek hasta ettikleri muallim gibi bu da kendine gururlanıp vehimle hasta olarak ben cihat eriyim, bu yolda bana pehlivan diyorlar. Büyük savaşta eşim yoktur, küçük savaş bence nedir ki! Gazilerle savaşa gidip zahiren de hünerler göstermeliyim dedi ve savaşa gitti, ve savaşta yüreksizlik ve gevşeklik gösterdi. Âdeta aslanın hayalini görmüş, erlikler göstermiş, bu erliklerle sarhoş olup ormana aslan avlamaya gitmişti. Halbuki aslan hal diliyle ona diyordu ki: "Öyle değil.. Yakında bilir anlar., sonra yine yakında bilir, anlarsınız."
  • رفت یک صوفی به لشکر در غزا  ** ناگهان آمد قطاریق و وغا 
  • Bir sofi, askerle savaşa gitti. Ansızın savaş başladı.
  • ماند صوفی با بنه و خیمه و ضعاف  ** فارسان راندند تا صف مصاف 
  • Sofi, ağırlıklarla çadırda kalan zayıflarla beraber kaldı. Erler, ta savaş yerine kadar at sürdüler.
  • مثقلان خاک بر جا ماندند  ** سابقون السابقون در راندند 
  • Ağır kişiler, toprak gibi yerlerinde kala kaldılar, îleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
  • جنگها کرده مظفر آمدند  ** باز گشته با غنایم سودمند  3740
  • Savaşlar edip üstün gelerek birçok ganimetlerle geri döndüler.
  • ارمغان دادند کای صوفی تو نیز  ** او برون انداخت نستد هیچ چیز 
  • Sen de al diye sofiye de armağan sundular. O, o armağanı attı, hiçbir şey almadı.
  • پس بگفتندش که خشمینی چرا  ** گفت من محروم ماندم از غزا 
  • Neden kızgınsın? dediler. Savaştan mahrum kaldım dedi.
  • زان تلطف هیچ صوفی خوش نشد  ** که میان غزو خنجر کش نشد 
  • Sofi, savaş safında hançer çekip savaşmadığı için bu iltifattan memnun olmadı.