English    Türkçe    فارسی   

5
435-484

  • بانگ می‌زد آتش ای گیجان گول  ** من نیم آتش منم چشمه‌ی قبول  435
  • Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım.
  • چشم‌بندی کرده‌اند ای بی‌نظر  ** در من آی و هیچ مگریز از شرر 
  • A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
  • ای خلیل اینجا شرار و دود نیست  ** جز که سحر و خدعه‌ی نمرود نیست 
  • Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
  • چون خلیل حق اگر فرزانه‌ای  ** آتش آب تست و تو پروانه‌ای 
  • Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
  • جان پروانه همی‌دارد ندا  ** کای دریغا صد هزارم پر بدی 
  • Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,
  • تا همی سوزید ز آتش بی‌امان  ** کوری چشم و دل نامحرمان  440
  • Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı.
  • بر من آرد رحم جاهل از خری  ** من برو رحم آرم از بینش‌وری 
  • Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
  • خاصه این آتش که جان آبهاست  ** کار پروانه به عکس کار ماست 
  • Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.
  • او ببینند نور و در ناری رود  ** دل ببیند نار و در نوری شود 
  • O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
  • این چنین لعب آمد از رب جلیل  ** تا ببینی کیست از آل خلیل 
  • Ulu Allah’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
  • آتشی را شکل آبی داده‌اند  ** واندر آتش چشمه‌ای بگشاده‌اند  445
  • Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır.
  • ساحری صحن برنجی را به فن  ** صحن پر کرمی کند در انجمن 
  • Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir.
  • خانه را او پر ز کزدمها نمود  ** از دم سحر و خود آن کزدم نبود 
  • Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
  • چونک جادو می‌نماید صد چنین  ** چون بود دستان جادوآفرین 
  • Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
  • لاجرم از سحر یزدان قرن قرن  ** اندر افتادند چون زن زیر پهن 
  • Hasılı Allah büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta yatmışlardır!
  • ساحرانشان بنده بودند و غلام  ** اندر افتادند چون صعوه به دام  450
  • Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa düşmüşlerdir.
  • هین بخوان قرآن ببین سحر حلال  ** سرنگونی مکرهای کالجبال 
  • Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu Kuran’ı okuyup anla, sihri halali gör.
  • من نیم فرعون کایم سوی نیل  ** سوی آتش می‌روم من چون خلیل 
  • Ben Firavun değilim ki Nil’e gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim.
  • نیست آتش هست آن ماء معین  ** وآن دگر از مکر آب آتشین 
  • O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir su görünmededir.
  • پس نکو گفت آن رسول خوش‌جواز  ** ذره‌ای عقلت به از صوم و نماز 
  • İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yeğdir, namazdan da.
  • زانک عقلت جوهرست این دو عرض  ** این دو در تکمیل آن شد مفترض  455
  • Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve oruç, onun tam olmasıyla farz olur.
  • تا جلا باشد مر آن آیینه را  ** که صفا آید ز طاعت سینه را 
  • Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
  • لیک گر آیینه از بن فاسدست  ** صیقل او را دیر باز آرد به دست 
  • Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
  • وان گزین آیینه که خوش مغرس است  ** اندکی صیقل گری آن را بس است 
  • Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.
  • تفاوت عقول در اصل فطرت خلاف معتزله کی ایشان گویند در اصل عقول جز وی برابرند این افزونی و تفاوت از تعلم است و ریاضت و تجربه 
  • Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, uğraşmadan ve sınamadan meydana gelir derler. Onların hilafına olarak akılların, yaradılışta birbirine uygun olmaması
  • این تفاوت عقلها را نیک دان  ** در مراتب از زمین تا آسمان 
  • Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.
  • هست عقلی هم‌چو قرص آفتاب  ** هست عقلی کمتر از زهره و شهاب  460
  • Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da.
  • هست عقلی چون چراغی سرخوشی  ** هست عقلی چون ستاره‌ی آتشی 
  • Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
  • زانک ابر از پیش آن چون وا جهد  ** نور یزدان‌بین خردها بر دهد 
  • O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allah’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar.
  • عقل جزوی عقل را بدنام کرد  ** کام دنیا مرد را بی‌کام کرد 
  • Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmiştir.
  • آن ز صیدی حسن صیادی بدید  ** وین ز صیادی غم صیدی کشید 
  • O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.
  • آن ز خدمت ناز مخدومی بیافت  ** وآن ز مخدومی ز راه عز بتافت  465
  • O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.
  • آن ز فرعونی اسیر آب شد  ** وز اسیری سبط صد سهراب شد 
  • O Firavunlukta suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
  • لعب معکوسست و فرزین‌بند سخت  ** حیله کم کن کار اقبالست و بخت 
  • Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir bu.
  • بر حیال و حیله کم تن تار را  ** که غنی ره کم دهد مکار را 
  • Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Allah hileciye az yol gösterir.
  • مکر کن در راه نیکو خدمتی  ** تا نبوت یابی اندر امتی 
  • Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.
  • مکر کن تا وا رهی از مکر خود  ** مکر کن تا فرد گردی از جسد  470
  • Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek kal!
  • مکر کن تا کمترین بنده شوی  ** در کمی رفتی خداونده شوی 
  • Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
  • روبهی و خدمت ای گرگ کهن  ** هیچ بر قصد خداوندی مکن 
  • Ey koca kurt, tilkiliğe kalkışma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi umma.
  • لیک چون پروانه در آتش بتاز  ** کیسه‌ای زان بر مدوز و پاک باز 
  • Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her şeyden kurtul.
  • زور را بگذار و زاری را بگیر  ** رحم سوی زاری آید ای فقیر 
  • Gücü kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayışa acınır.
  • زاری مضطر تشنه معنویست  ** زاری سرد دروغ آن غویست  475
  • Susuz ve aciz kişini ağlayışı mânevidir, doğrudur. Soğuk,soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.
  • گریه‌ی اخوان یوسف حیلتست  ** که درونشان پر ز رشک و علتست 
  • Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri hasetle, illetle doludur.
  • حکایت آن اعرابی کی سگ او از گرسنگی می‌مرد و انبان او پر نان و بر سگ نوحه می‌کرد و شعر می‌گفت و می‌گریست و سر و رو می‌زد و دریغش می‌آمد لقمه‌ای از انبان به سگ دادن 
  • Köpeği açlıktan ölen ve dağarcığı ekmekle dolu olduğu halde köpeğine bir lokma bile vermeyip de ölümüne ağlıyan, şiirler söyliyen, başına yüzüne vuran Arap
  • آن سگی می‌مرد و گریان آن عرب  ** اشک می‌بارید و می‌گفت ای کرب 
  • Arab’ın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı dökmede, başıma ne dertler geldi demedeydi.
  • سایلی بگذشت و گفت این گریه چیست  ** نوحه و زاری تو از بهر کیست 
  • Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin için feryat ve figan ediyorsun?
  • گفت در ملکم سگی بد نیک‌خو  ** نک همی‌میرد میان راه او 
  • Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol üstünde ölüyor.
  • روز صیادم بد و شب پاسبان  ** تیزچشم و صیدگیر و دزدران  480
  • Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.
  • گفت رنجش چیست زخمی خورده است  ** گفت جوع الکلب زارش کرده است 
  • Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi.
  • گفت صبری کن برین رنج و حرض  ** صابران را فضل حق بخشد عوض 
  • Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karşılık ihsanda bulunur.
  • بعد از آن گفتش کای سالار حر  ** چیست اندر دستت این انبان پر 
  • Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?
  • گفت نان و زاد و لوت دوش من  ** می‌کشانم بهر تقویت بدن 
  • Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için taşımaktayım dedi.