English    Türkçe    فارسی   

6
1579-1628

  • این دلم باغست و چشمم ابروش  ** ابر گرید باغ خندد شاد و خوش 
  • Gönlüm bağdır, gözüm buluta benzer. Bulut ağladı mı bağ güler, neşelenir, hoş bir hale gelir.
  • سال قحط از آفتاب خیره‌خند  ** باغها در مرگ و جان کندن رسند  1580
  • Kıtlık yılında gülüp duran güneşin yüzünden bağlar, bahçeler ölüm haline girer, can çekişirler.
  • ز امر حق وابکوا کثیرا خوانده‌ای  ** چون سر بریان چه خندان مانده‌ای 
  • Allah’nın “Çok ağlayın” emrini okumuşsundur. Peki, ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıp kaldın ya?
  • روشنی خانه باشی هم‌چو شمع  ** گر فرو پاشی تو هم‌چون شمع دمع 
  • Mum gibi daima göz yaşı dökersen mum gibi evi aydınlatmış olursun.
  • آن ترش‌رویی مادر یا پدر  ** حافظ فرزند شد از هر ضرر 
  • Ananın, yahut babanın ekşi suratı,çocuğu her zarardan korur.
  • ذوق خنده دیده‌ای ای خیره‌خند  ** ذوق گریه بین که هست آن کان قند 
  • Ey sersem sersem gülüp duran, gülmenin zevkini gördün, bir de ağlamanın zevkini seyret. O, şeker madenidir.
  • چون جهنم گریه آرد یاد آن  ** پس جهنم خوشتر آید از جنان  1585
  • Seni cehennem ağlatırsa onu anmak, sana cennetten hoştur.
  • خنده‌ها در گریه‌ها آمد کتیم  ** گنج در ویرانه‌ها جو ای سلیم 
  • Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi, defineyi yıkık yerlerde ara.
  • ذوق در غمهاست پی گم کرده‌اند  ** آب حیوان را به ظلمت برده‌اند 
  • Zevk gamlardadır. Onların izini kaybetmişler, abıhayatı karanlıklara çekip götürmüşlerdir.
  • بازگونه نعل در ره تا رباط  ** چشمها را چار کن در احتیاط 
  • Yolda konak yerine kadar tersine nal izleri var. İhtiyatlı ol gözünü dört aç.
  • چشمها را چار کن در اعتبار  ** یار کن با چشم خود دو چشم یار 
  • İbret gözünü dört aç. Sevgilinin iki gözünü de kendi gözlerine dost et.
  • امرهم شوری بخوان اندر صحف  ** یار را باش و مگوش از ناز اف  1590
  • Kuran’dan “Onlar, işlerini danışarak yaparlar” âyetini oku. Sevgiliyle dost ol, nazlanarak of deme.
  • یار باشد راه را پشت و پناه  ** چونک نیکو بنگری یارست راه 
  • Dost, yolda arkadır,sığınaktır. İyice bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir.
  • چونک در یاران رسی خامش نشین  ** اندر آن حلقه مکن خود را نگین 
  • Dostlara, sevdiklere ulaştın mı sus, otur. O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma.
  • در نماز جمعه بنگر خوش به هوش  ** جمله جمعند و یک‌اندیشه و خموش 
  • Aklını başına devşir de Cuma namazına bak. Herkes toplanmıştır, bir düşüncededir, susup dururlar.
  • رختها را سوی خاموشی کشان  ** چون نشان جویی مکن خود را نشان 
  • Varını yoğunu sükût diyarına çek. Nişan arıyorsan kendini nişane yapmaya kalkışma.
  • گفت پیغامبر که در بحر هموم  ** در دلالت دان تو یاران را نجوم  1595
  • Peygamber dedi ki: Bil ki karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse dostlar da elemler, sıkıntılar denizinde öyle yol gösterir.
  • چشم در استارگان نه ره بجو  ** نطق تشویش نظر باشد مگو 
  • Gözü yıldızlara dik, yol ara. Söz, bakışı bulandırır, sus, söylenme.
  • گر دو حرف صدق گویی ای فلان  ** گفت تیره در تبع گردد روان 
  • İki doğru söz söyledin mi, uydurma söz de ona uyar, ulanır gider.
  • این نخواندی کالکلام ای مستهام  ** فی شجون حره جر الکلام 
  • Söz, sözü açar derler; hiç duymadın mı bu lâfı?
  • هین مشو شارع در آن حرف رشد  ** که سخن زو مر سخن را می‌کشد 
  • Sakın doğru söze de girişeyim deme. Çünkü söz, doğrudan eğriye gidiverir.
  • نیست در ضبطت چو بگشادی دهان  ** از پی صافی شود تیره روان  1600
  • Ağzını açtın mı artık söz, senin elinde değildir. Sâf sözün ardından bulanık söz de akar.
  • آنک معصوم ره وحی خداست  ** چون همه صافست بگشاید رواست 
  • Fakat Allah vahyinin yolunda mâsum olanın sözleri, tamımı ile sâftır, onun için böyle dam ağzını açar, söze başlarsa caizdir.
  • زانک ما ینطق رسول بالهوی  ** کی هوا زاید ز معصوم خدا 
  • Çünkü peygamber, kendi heva ve hevesinden söz söylemez. Allah mâsumundan heva ve heves doğar mı hiç?
  • خویشتن را ساز منطیقی ز حال  ** تا نگردی هم‌چو من سخره‌ی مقال 
  • Hal sahibi ol da söz söyle; bu suretle de benim gibi söze düşkün olma!
  • سال کردن آن صوفی قاضی را 
  • Sofinin, kadıdan sorusu
  • گفت صوفی چون ز یک کانست زر  ** این چرا نفعست و آن دیگر ضرر 
  • Sofi dedi ki: Mademki altın, bir madendendir. Neden bunda fayda var, onda zarar?
  • چونک جمله از یکی دست آمدست  ** این چرا هوشیار و آن مست آمدست  1605
  • Hepsi bir elden geldiği halde neden bunun aklı başında, öbürü sarhoş?
  • چون ز یک دریاست این جوها روان  ** این چرا نوش است و آن زهر دهان 
  • Bu ırmaklar, hep bir denizden akıyor da neden bu tatlı, öbürü ağza zehir gibi gelmede.
  • چون همه انوار از شمس بقاست  ** صبح صادق صبح کاذب از چه خاست 
  • Bütün nurlar, ebedîlik güneşindedir de doğru sabahla, yalancı aydınlık nasıl meydana geliyor?
  • چون ز یک سرمه‌ست ناظر را کحل  ** از چه آمد راست‌بینی و حول 
  • Bakanın gözüne çekilen sürme, aynı sürme. Doğru görüşle şaşı görüş nereden çıkıyor?
  • چونک دار الضرب را سلطان خداست  ** نقد را چون ضرب خوب و نارواست 
  • Para basılan yerin sahibi Allah iken nasıl oluyor da paraların bir kısmı iyi basılıyor, bir kısmı fena?
  • چون خدا فرمود ره را راه من  ** این خفیر از چیست و آن یک راه‌زن  1610
  • Allah, yola “benim yolum” dedikten sonra neden bu ahde vefa etmede, öbürü yol kesmede.
  • از یک اشکم چون رسد حر و سفیه  ** چون یقین شد الولد سر ابیه 
  • Mademki hür kişiyle şaşkın kişi, bir karından doğmada, “Çocuk, babanın sırrıdır” sözü nasıl doğru oluyor?
  • وحدتی که دید با چندین هزار  ** صد هزاران جنبش از عین قرار 
  • Binlerce suretle görünen birliği kim görmüştür? Daimî olarak duran bir varlıktan nasıl oluyor da yüz binlerce hareket meydana geliyor?
  • جواب گفتن آن قاضی صوفی را 
  • Kadının sofiye cevabı
  • گفت قاضی صوفیا خیره مشو  ** یک مثالی در بیان این شنو 
  • Kadı dedi ki: Ey sofi, şaşırma. Bunu bir örnekle anlatacağım dinle!
  • هم‌چنانک بی‌قراری عاشقان  ** حاصل آمد از قرار دلستان 
  • Âşıkların kararsızlığı da sevgilinin karar ve sebatından ileri gelir.
  • او چو که در ناز ثابت آمده  ** عاشقان چون برگها لرزان شده  1615
  • O dağ gibi nazlanıp durur, âşıklar da yapraklar gibi titrerler.
  • خنده‌ی او گریه‌ها انگیخته  ** آب رویش آب روها ریخته 
  • Onun gülüşü ağlamalar koparır, yüzünün suyu yüz sularını yerlere döker.
  • این همه چون و چگونه چون زبد  ** بر سر دریای بی‌چون می‌طپد 
  • Bütün bu keyfiyetler, köpük gibi denizin üstünde oynar durur.
  • ضد و ندش نیست در ذات و عمل  ** زان بپوشیدند هستیها حلل 
  • Fakat denizin zatında da bir zıttı, bir ortağı benzeri yoktur, işinde de. Varlıklar, varlık libaslarını ondan giyerler.
  • ضد ضد را بود و هستی کی دهد  ** بلک ازو بگریزد و بیرون جهد 
  • Zıt, kendisine zıt olan şeye nasıl olur da varlık verir? Onu yaratması şöyle dursun belki ondan kaçar, uzaklaşır.
  • ند چه بود مثل مثل نیک و بد  ** مثل مثل خویشتن را کی کند  1620
  • Eş ne demektir? Misil demektir, iyinin kötünün misli. Misil kendisine misil yaratır mı hiç?
  • چونک دو مثل آمدند ای متقی  ** این چه اولیتر از آن در خالقی 
  • Ey Allahdan korkup çekinen, Allah, birbirine benzer, birbirinin misli iki varlık olsa yaratıcılıkta bu, neden öbürüne üstün olsun yani?
  • بر شمار برگ بستان ند و ضد  ** چون کفی بر بحر بی‌ضدست و ند 
  • Bir bahçedeki yapraklar kadar birbirine eş ve zıt varlık olsa onlar, yine zıttı ve eşi olmayan denizin köpüklerine benzerler.
  • بی‌چگونه بین تو برد و مات بحر  ** چون چگونه گنجد اندر ذات بحر 
  • Denizin bu zıt görünüşlerini,bu sayısız tecellilerini , keyfiyetsiz olarak gör. Denizin varlığına keyfiyet nasıl sığar?
  • کمترین لعبت او جان تست  ** این چگونه و چون جان کی شد درست 
  • Onun en aşağı oyunu, canındır. Bu nelik ve nitelik cana nasıl sığar? Can nasıldır, nicedir diyebilir misin?
  • پس چنان بحری که در هر قطر آن  ** از بدن ناشی‌تر آمد عقل و جان  1625
  • Peki, her katradaki akıl ve can bile bedene bigâne olan böyle bir deniz,
  • کی بگنجد در مضیق چند و چون  ** عقل کل آنجاست از لا یعلمون 
  • Nasıl olur da sayı ve keyfiyetin daracık sahasına sığar? Aklıkül bile orada bilmeyenler arasına katılmıştır.
  • عقل گوید مر جسد را که ای جماد  ** بوی بردی هیچ از آن بحر معاد 
  • Akıl, bedene ey cansız şey der, hiç o dönüp varacağın denizden bir koku aldın, bir şey duydun mu?
  • جسم گوید من یقین سایه‌ی توم  ** یاری از سایه که جوید جان عم 
  • Beden der ki: Ben ancak senin bir gölgenim. Gölgeden kim yardım ister ki?