English    Türkçe    فارسی   

6
2852-2901

  • چونک استادند پیش تخت شاه  ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه 
  • Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
  • آنک چشمش شب بهرکه انداختی  ** روز دیدی بی شکش بشناختی 
  • Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
  • شاه را بر تخت دید و گفت این  ** بود با ما دوش شب‌گرد و قرین 
  • Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
  • آنک چندین خاصیت در ریش اوست  ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست  2855
  • Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu.
  • عارف شه بود چشمش لاجرم  ** بر گشاد از معرفت لب با حشم 
  • Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
  • گفت و هو معکم این شاه بود  ** فعل ما می‌دید و سرمان می‌شنود 
  • Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
  • چشم من ره برد شب شه را شناخت  ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت 
  • Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
  • امت خود را بخواهم من ازو  ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو 
  • Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
  • چشم عارف دان امان هر دو کون  ** که بدو یابید هر بهرام عون  2860
  • Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur.
  • زان محمد شافع هر داغ بود  ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود 
  • “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
  • در شب دنیا که محجوبست شید  ** ناظر حق بود و زو بودش امید 
  • Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
  • از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت  ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت 
  • İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
  • مر یتیمی را که سرمه حق کشد  ** گردد او در یتیم با رشد 
  • Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
  • نور او بر ذره‌ها غالب شود  ** آن‌چنان مطلوب را طالب شود  2865
  • Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular.
  • در نظر بودش مقامات العباد  ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد 
  • Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
  • آلت شاهد زبان و چشم تیز  ** که ز شب‌خیزش ندارد سر گریز 
  • Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
  • گر هزاران مدعی سر بر زند  ** گوش قاضی جانب شاهد کند 
  • Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
  • قاضیان را در حکومت این فنست  ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست 
  • Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
  • گفت شاهد زان به جای دیده است  ** کو بدیده‌ی بی‌غرض سر دیده است  2870
  • Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür.
  • مدعی دیده‌ست اما با غرض  ** پرده باشد دیده‌ی دل را غرض 
  • Dâvacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözüne perdedir.
  • حق همی‌خواهد که تو زاهد شوی  ** تا غرض بگذاری و شاهد شوی 
  • Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.
  • کین غرضها پرده‌ی دیده بود  ** بر نظر چون پرده پیچیده بود 
  • Bu garezler göze perdedir. Göze perde indi mi insan,
  • پس نبیند جمله را با طم و رم  ** حبک الاشیاء یعمی و یصم 
  • yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.”
  • در دلش خورشید چون نوری نشاند  ** پیشش اختر را مقادیری نماند  2875
  • Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti kalmaz artık.
  • پس بدید او بی‌حجاب اسرار را  ** سیر روح مومن و کفار را 
  • Sırları perdesiz olarak görür. Müminle kâfirlerin ruhlarının ne makamlarda bulunduğunu seyreder.
  • در زمین حق را و در چرخ سمی  ** نیست پنهان‌تر ز روح آدمی 
  • Tanrı’nın, yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan daha gizli bir şeyi yoktur.
  • باز کرد از رطب و یابس حق نورد  ** روح را من امر ربی مهر کرد 
  • Hak, kuru, yaş; her şeyi bildirdi de ruhu “O benim işimdendir” diye mühürledi, gizledi.
  • پس چو دید آن روح را چشم عزیز  ** پس برو پنهان نماند هیچ چیز 
  • Yüce kişinin gözü, ruhu gördü mü artık ona hiçbir gizli şey kalmaz.
  • شاهد مطلق بود در هر نزاع  ** بشکند گفتش خمار هر صداع  2880
  • O, her kavgada, şahadeti makbul bir şahit olur. Sözü, her baş ağrısını keser, sersemliğini giderir.
  • نام حق عدلست و شاهد آن اوست  ** شاهد عدلست زین رو چشم دوست 
  • Tanrı’nın adı “adalet sahibi” dir, şahit de onun adamıdır. Onun için sevgilinin gözü adalet sahibi bir şahittir.
  • منظر حق دل بود در دو سرا  ** که نظر در شاهد آید شاه را 
  • İki âlemde de Tanrı’nın baktığı yer, gönüldür. Padişah daima gönle bakar.
  • عشق حق و سر شاهدبازیش  ** بود مایه‌ی جمله پرده‌سازیش 
  • Tanrı’nın aşkı, onu şahidi “güzeli” sevmesi, bütün bu perdeleri düzüp koşmasına sebep oldu.
  • پس از آن لولاک گفت اندر لقا  ** در شب معراج شاهدباز ما 
  • Onun için bizim şahit (güzel) seven Tanrımız, Miraç gecesi, Peygamberle buluşunca “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” dedi.
  • این قضا بر نیک و بد حاکم بود  ** بر قضا شاهد نه حاکم می‌شود  2885
  • Bu kadı, iyiye de hüküm etmede, kötüye de. Fakat şahit, kadıya bile hüküm etmiyor mu?
  • شد اسیر آن قضا میر قضا  ** شاد باش ای چشم‌تیز مرتضی 
  • Hüküm sahibi, şahide esir oldu. Sevin ey Tanrı rızasını kazanan kişinin keskin gözü.
  • عارف از معروف بس درخواست کرد  ** کای رقیب ما تو اندر گرم و سرد 
  • Tanrıyı bilen, bilinen Tanrı’dan pek ziyade niyazda bulundu; ey sıcakta soğukta bizi gözleyen Tanrı dedi...
  • ای مشیر ما تو اندر خیر و شر  ** از اشارتهات دل‌مان بی‌خبر 
  • Sen hayırda da danıştığımız zatsın, şerde de. Fakat gönlümüz, senin remizlerinden, buyruklarından bihaberdir.
  • ای یرانا لانراه روز و شب  ** چشم‌بند ما شده دید سبب 
  • Biz seni görmeyiz, fakat sen gece gündüz bizi görürsün. Sebebi görmemiz bizim gözümüzü bağlar.
  • چشم من از چشم‌ها بگزیده شد  ** تا که در شب آفتابم دیده شد  2890
  • Benim gözüm, gözler arasından seçildi de geceleyin güneşi gördü.
  • لطف معروف تو بود آن ای بهی  ** پس کمال البر فی اتمامه 
  • Ey yüce, ey ulu Tanrı, o, senin lûtfundu. Lûtfun yüceliği, tamamlanmasındandır.
  • یا رب اتمم نورنا فی الساهره  ** وانجنا من مفضحات قاهره 
  • Yarabbi, nurumuzu kıyamette de fazlalaştır, tamamla. Bizi kahredici kötülüklerden kurtar.
  • یار شب را روز مهجوری مده  ** جان قربت‌دیده را دوری مده 
  • Gece dostuna gündüz ayrılığı verme. Yakınlığı görmüş canı uzaklaştırma.
  • بعد تو مرگیست با درد و نکال  ** خاصه بعدی که بود بعد الوصال 
  • Senden uzaklaşmak, dertli, veballi bir ölümdür. Hele bu ayrılık, bu uzaklaşma, buluştuktan sonra olursa!
  • آنک دیدستت مکن نادیده‌اش  ** آب زن بر سبزه‌ی بالیده‌اش  2895
  • Seni göreni gözsüz bırakma, ondan gizlenme. Bitmiş, boy atmış yeşilliğine su serp.
  • من نکردم لا ابالی در روش  ** تو مکن هم لاابالی در خلش 
  • Ben, yürüyüşte küstahlık etmedim, sen de ceza ve cefada aldırmazlıktan gelme.
  • هین مران از روی خود او را بعید  ** آنک او یک‌باره آن روی تو دید 
  • Yüzünü göreni, lûtfet, cemalinden uzaklaştırma.
  • دید روی جز تو شد غل گلو  ** کل شیء ما سوی الله باطل 
  • Senden başkasının yüzünü görmek, boğaza takılan bir zincirdir. “Tanrı’dan başka her şey bâtıldır, asılsızdır.”
  • باطل‌اند و می‌نمایندم رشد  ** زانک باطل باطلان را می‌کشد 
  • Bâtıldırlar ama bana hak görünmedeler. Çünkü bâtıl, bâtılları çeker.
  • ذره ذره کاندرین ارض و سماست  ** جنس خود را هر یکی چون کهرباست  2900
  • Yeryüzünde, gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehlibar gibi kendi cinsini çekmededir.
  • معده نان را می‌کشد تا مستقر  ** می‌کشد مر آب را تف جگر 
  • Mide, ta dibine kadar ekmeği çekmededir, ciğerdeki hararet, suyu.