English    Türkçe    فارسی   

6
3617-3666

  • تو نترسیدی ز عدل کردگار  ** من همی‌ترسم دو دست از من بدار 
  • Tanrı’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
  • گفت حق خود او جدا شد از بهی  ** تو بدین تزویرها هم کی رهی 
  • Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? dedi ya.
  • فاعل و مفعول در روز شمار  ** روسیاهند و حریف سنگسار 
  • Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar.
  • ره‌زده و ره‌زن یقین در حکم و داد  ** در چه بعدند و در بس المهاد  3620
  • Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir.
  • گول را و غول را کو را فریفت  ** از خلاص و فوز می‌باید شکیفت 
  • Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
  • هم خر و خرگیر اینجا در گلند  ** غافلند این‌جا و آن‌جا آفلند 
  • Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da çamura saplanır kalırlar.
  • جز کسانی را که وا گردند از آن  ** در بهار فضل آیند از خزان 
  • Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden çıkar, Tanrı’nın lûtuf ve ihsan baharına ererler.
  • توبه آرند و خدا توبه‌پذیر  ** امر او گیرند و او نعم الامیر 
  • Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
  • چون بر آرند از پشیمانی حنین  ** عرش لرزد از انین المذنبین  3625
  • Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer.
  • آن‌چنان لرزد که مادر بر ولد  ** دستشان گیرد به بالا می‌کشد 
  • Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
  • کای خداتان وا خریده از غرور  ** نک ریاض فضل و نک رب غفور 
  • Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
  • بعد ازینتان برگ و رزق جاودان  ** از هوای حق بود نه از ناودان 
  • Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından gelir, damdan, oluktan değil.
  • چونک دریا بر وسایط رشک کرد  ** تشنه چون ماهی به ترک مشک کرد 
  • Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk eder.
  • روان شدن شه‌زادگان در ممالک پدر بعد از وداع کردن ایشان شاه را و اعادت کردن شاه وقت وداع وصیت را الی آخره 
  • Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
  • عزم ره کردند آن هر سه پسر  ** سوی املاک پدر رسم سفر  3630
  • O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular.
  • در طواف شهرها و قلعه‌هاش  ** از پی تدبیر دیوان و معاش 
  • Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
  • دست‌بوس شاه کردند و وداع  ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع 
  • Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
  • هر کجاتان دل کشد عازم شوید  ** فی امان الله دست افشان روید 
  • “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
  • غیر آن یک قلعه نامش هش‌ربا  ** تنگ آرد بر کله‌داران قبا 
  • Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
  • الله الله زان دز ذات الصور  ** دور باشید و بترسید از خطر  3635
  • Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun.
  • رو و پشت برجهاش و سقف و پست  ** جمله تمثال و نگار و صورتست 
  • O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
  • هم‌چو آن حجره‌ی زلیخا پر صور  ** تا کند یوسف بناکامش نظر 
  • Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
  • چونک یوسف سوی او می‌ننگرید  ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید 
  • Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
  • تا به هر سو که نگرد آن خوش‌عذار  ** روی او را بیند او بی‌اختیار 
  • Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
  • بهر دیده‌روشنان یزدان فرد  ** شش جهت را مظهر آیات کرد  3640
  • Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti.
  • تا بهر حیوان و نامی که نگزند  ** از ریاض حسن ربانی چرند 
  • Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
  • بهر این فرمود با آن اسپه او  ** حیث ولیتم فثم وجهه 
  • Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var” buyurdu.
  • از قدح‌گر در عطش آبی خورید  ** در درون آب حق را ناظرید 
  • Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya bakmaktasınız.
  • آنک عاشق نیست او در آب در  ** صورت صورت خود بیند ای صاحب‌بصر 
  • Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
  • صورت عاشق چو فانی شد درو  ** پس در آب اکنون کرا بیند بگو  3645
  • Ama âşıkın sureti, Tanrı’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür?
  • حسن حق بینند اندر روی حور  ** هم‌چو مه در آب از صنع غیور 
  • Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
  • غیرتش بر عاشقی و صادقیست  ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست 
  • Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
  • دیو اگر عاشق شود هم گوی برد  ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد 
  • Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
  • اسلم الشیطان آنجا شد پدید  ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید 
  • Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
  • این سخن پایان ندارد ای گروه  ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه  3650
  • Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının!
  • هین مبادا که هوستان ره زند  ** که فتید اندر شقاوت تا ابد 
  • Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
  • از خطر پرهیز آمد مفترض  ** بشنوید از من حدیث بی‌غرض 
  • Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
  • در فرج جویی خرد سر تیز به  ** از کمین‌گاه بلا پرهیز به 
  • Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
  • گر نمی‌گفت این سخن را آن پدر  ** ور نمی‌فرمود زان قلعه حذر 
  • Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
  • خود بدان قلعه نمی‌شد خیلشان  ** خود نمی‌افتاد آن سو میلشان  3655
  • O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile.
  • کان نبد معروف بس مهجور بود  ** از قلاع و از مناهج دور بود 
  • Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
  • چون بکرد آن منع دلشان زان مقال  ** در هوس افتاد و در کوی خیال 
  • Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
  • رغبتی زین منع در دلشان برست  ** که بباید سر آن را باز جست 
  • Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
  • کیست کز ممنوع گردد ممتنع  ** چونک الانسان حریص ما منع 
  • Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
  • نهی بر اهل تقی تبغیض شد  ** نهی بر اهل هوا تحریض شد  3660
  • Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür.
  • پس ازین یغوی به قوما کثیر  ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر 
  • Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
  • کی رمد از نی حمام آشنا  ** بل رمد زان نی حمامات هوا 
  • Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
  • پس بگفتندش که خدمتها کنیم  ** بر سمعنا و اطعناها تنیم 
  • Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
  • رو نگردانیم از فرمان تو  ** کفر باشد غفلت از احسان تو 
  • Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
  • لیک استثنا و تسبیح خدا  ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا  3665
  • Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile.
  • ذکر استثنا و حزم ملتوی  ** گفته شد در ابتدای مثنوی 
  • Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.