English    Türkçe    فارسی   

6
38-87

  • ذره‌ای بالا و آن دیگر نگون  ** جنگ فعلیشان ببین اندر رکون 
  • Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk âleminde gör.
  • جنگ فعلی هست از جنگ نهان  ** زین تخالف آن تخالف را بدان 
  • Onların fiilî savaşları, gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla.
  • ذره‌ای کان محو شد در آفتاب  ** جنگ او بیرون شد از وصف و حساب  40
  • Fakat güneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan, hesaptan dışarıdır.
  • چون ز ذره محو شد نفس و نفس  ** جنگش اکنون جنگ خورشیدست بس 
  • Zerrenin kendisi de, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır.
  • رفت از وی جنبش طبع و سکون  ** از چه از انا الیه راجعون 
  • Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allahya dönenleriz” sırrından.
  • ما به بحر تو ز خود راجع شدیم  ** وز رضاع اصل مسترضع شدیم 
  • Biz, kendimizden geçip senin denizine döndük. Asıldan süt içtik, geliştik.
  • در فروغ راه ای مانده ز غول  ** لاف کم زن از اصول ای بی‌اصول 
  • Ey gulyabaniye aldanıp yolun ferilerine dalan, ey usulsüz kişi asıllardan az bahset.
  • جنگ ما و صلح ما در نور عین  ** نیست از ما هست بین اصبعین  45
  • Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Allah’nın iki parmağı arasındadır.
  • جنگ طبعی جنگ فعلی جنگ قول  ** در میان جزوها حربیست هول 
  • Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır.
  • این جهان زن جنگ قایم می‌بود  ** در عناصر در نگر تا حل شود 
  • Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
  • چار عنصر چار استون قویست  ** که بدیشان سقف دنیا مستویست 
  • Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı, onlarla düz durmada.
  • هر ستونی اشکننده‌ی آن دگر  ** استن آب اشکننده‌ی آن شرر 
  • Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.
  • پس بنای خلق بر اضداد بود  ** لاجرم ما جنگییم از ضر و سود  50
  • Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da.
  • هست احوالم خلاف همدگر  ** هر یکی با هم مخالف در اثر 
  • Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt.
  • چونک هر دم راه خود را می‌زنم  ** با دگر کس سازگاری چون کنم 
  • Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
  • موج لشکرهای احوالم ببین  ** هر یکی با دیگری در جنگ و کین 
  • Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede.
  • می‌نگر در خود چنین جنگ گران  ** پس چه مشغولی به جنگ دیگران 
  • Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?
  • یا مگر زین جنگ حقت وا خرد  ** در جهان صلح یک رنگت برد  55
  • Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın.
  • آن جهان جز باقی و آباد نیست  ** زانک آن ترکیب از اضداد نیست 
  • O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
  • این تفانی از ضد آید ضد را  ** چون نباشد ضد نبود جز بقا 
  • Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz.
  • نفی ضد کرد از بهشت آن بی‌نظیر  ** که نباشد شمس و ضدش زمهریر 
  • O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de.
  • هست بی‌رنگی اصول رنگها  ** صلحها باشد اصول جنگها 
  • Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
  • آن جهانست اصل این پرغم وثاق  ** وصل باشد اصل هر هجر و فراق  60
  • Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır.
  • این مخالف از چه‌ایم ای خواجه ما  ** واز چه زاید وحدت این اعداد را 
  • Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
  • زانک ما فرعیم و چار اضداد اصل  ** خوی خود در فرع کرد ایجاد اصل 
  • Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
  • گوهر جان چون ورای فصلهاست  ** خوی او این نیست خوی کبریاست 
  • Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
  • جنگها بین کان اصول صلحهاست  ** چون نبی که جنگ او بهر خداست 
  • Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
  • غالبست و چیر در هر دو جهان  ** شرح این غالب نگنجد در دهان  65
  • O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki.
  • آب جیحون را اگر نتوان کشید  ** هم ز قدر تشنگی نتوان برید 
  • Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
  • گر شدی عطشان بحر معنوی  ** فرجه‌ای کن در جزیره‌ی مثنوی 
  • Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
  • فرجه کن چندانک اندر هر نفس  ** مثنوی را معنوی بینی و بس 
  • O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mâna denizi göresin.
  • باد که را ز آب جو چون وا کند  ** آب یک‌رنگی خود پیدا کند 
  • Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.
  • شاخهای تازه‌ی مرجان ببین  ** میوه‌های رسته ز آب جان ببین  70
  • Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret.
  • چون ز حرف و صوت و دم یکتا شود  ** آن همه بگذارد و دریا شود 
  • Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.
  • حرف‌گو و حرف‌نوش و حرفها  ** هر سه جان گردند اندر انتها 
  • Harfi söyleyen de, duyan da, hattâ harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
  • نان‌دهنده و نان‌ستان و نان‌پاک  ** ساده گردند از صور گردند خاک 
  • Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek, suretlerden kurtulur, toprak olur.
  • لیک معنیشان بود در سه مقام  ** در مراتب هم ممیز هم مدام 
  • Fakat mânaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimî bir surette üç makamdadır.
  • خاک شد صورت ولی معنی نشد  ** هر که گوید شد تو گویش نه نشد  75
  • Suret toprak olur ama mâna olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkân yok.
  • در جهان روح هر سه منتظر  ** گه ز صورت هارب و گه مستقر 
  • Ruh âleminde gâh suretten kaçarak, gâh surete bürünerek üçü de beklerler.
  • امر آید در صور رو در رود  ** باز هم از امرش مجرد می‌شود 
  • Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
  • پس له الخلق و له الامرش بدان  ** خلق صورت امر جان راکب بر آن 
  • Hâsılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
  • راکب و مرکوب در فرمان شاه  ** جسم بر درگاه وجان در بارگاه 
  • Binek de padişahın buyruğundadır, binen de. Cisim kapıdadır, can huzurda.
  • چونک خواهد که آب آید در سبو  ** شاه گوید جیش جان را که ارکبوا  80
  • Su, testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder.
  • باز جانها را چو خواند در علو  ** بانگ آید از نقیبان که انزلوا 
  • Sonra yine canları yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin!
  • بعد ازین باریک خواهد شد سخن  ** کم کن آتش هیزمش افزون مکن 
  • Bundan öte söz inceldi. Ateşi azalt, odunu çok atma.
  • تا نجوشد دیگهای خرد زود  ** دیگ ادراکات خردست و فرود 
  • Atma da küçücük çömlek kaynamasın. Anlayış çömlekleri pek küçük ve pek yufka.
  • پاک سبحانی که سیبستان کند  ** در غمام حرفشان پنهان کنند 
  • Noksandan münezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaçlara, yapraklara benzeyen harfler içinde gizlemede.
  • زین غمام بانگ و حرف و گفت و گوی  ** پرده‌ای کز سیب ناید غیر بوی  85
  • Bu ses, harf ve dedikodu ağaçlığı arasında elmadan ancak bir koku alınabilir.
  • باری افزون کش تو این بو را به هوش  ** تا سوی اصلت برد بگرفته گوش 
  • Bari sen de bu kokuyu aklına iyice çek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar götürsün.
  • بو نگه‌دار و بپرهیز از زکام  ** تن بپوش از باد و بود سرد عام 
  • Nezle olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ört.