English    Türkçe    فارسی   

1
3890-3914

  • ز آن که داند هر که چشمش را گشود ** کآن کشنده سخره‌‌ی تقدیر بود 3890
  • Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir.
  • هر که را آن حکم بر سر آمدی ** بر سر فرزند هم تیغی زدی‌‌
  • O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
  • رو بترس و طعنه کم زن بر بدان ** پیش دام حکم عجز خود بدان‌‌
  • Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!
  • تعجب کردن آدم علیه السلام از ضلالت ابلیس لعین و عجب آوردن‌‌
  • Âdem Aleyhisselâm’ın İblis’in sapıklığına şaşması ve ululanması
  • چشم آدم بر بلیسی کو شقی ست ** از حقارت و از زیافت بنگریست‌‌
  • Âdem Peygamber, ansızın esasen şakî olan İblise hor baktı.
  • خویش بینی کرد و آمد خود گزین ** خنده زد بر کار ابلیس لعین‌‌
  • Kendisini beğenip, kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü.
  • بانگ بر زد غیرت حق کای صفی ** تو نمی‌‌دانی ز اسرار خفی‌‌ 3895
  • Tanrı gayreti bağırdı: Ey tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun.
  • پوستین را باژگونه گر کند ** کوه را از بیخ و از بن بر کند
  • Eğer Tanrı kürkü ters giyerse dağı bile ta kökünden temelinden söker.
  • پرده‌‌ی صد آدم آن دم بر درد ** صد بلیس نو مسلمان آورد
  • O zaman, yüzlerce Âdem’in perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır!
  • گفت آدم توبه کردم زین نظر ** این چنین گستاخ نندیشم دگر
  • Âdem “Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha böyle küstahça düşünceye düşmem” dedi.
  • یا غیاث المستغیثین اهدنا ** لا افتخار بالعلوم و الغنی‌‌
  • Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle, zenginlikle öğünmeye imkân yok.
  • لا تزغ قلبا هدیت بالکرم ** و اصرف السوء الذی خط القلم‌‌ 3900
  • Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet;
  • بگذران از جان ما سوء القضا ** وا مبر ما را ز اخوان صفا
  • Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Tanrı’ya razı olan kardeşlerden ayırma!
  • تلخ‌‌تر از فرقت تو هیچ نیست ** بی‌‌پناهت غیر پیچا پیچ نیست‌‌
  • Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır.
  • رخت ما هم رخت ما را راه زن ** جسم ما مر جان ما را جامه کن‌‌
  • Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün yolunu kesmekte... Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta!
  • دست ما چون پای ما را می‌‌خورد ** بی‌‌امان تو کسی جان چون برد
  • Elimiz, ayağımıza kastettikten sonra artık kim, senin lûtfun olmadıkça canını kurtarabilir ki?
  • ور برد جان زین خطرهای عظیم ** برده باشد مایه‌‌ی ادبار و بیم‌‌ 3905
  • Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir.
  • ز آن که جان چون واصل جانان نبود ** تا ابد با خویش کور است و کبود
  • Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır.
  • چون تو ندهی راه جان خود برده گیر ** جان که بی‌‌تو زنده باشد مرده گیر
  • Esasen senin inayetin olmazsa can, âdeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı ölü farz et.
  • گر تو طعنه می‌‌زنی بر بندگان ** مر ترا آن می‌‌رسد ای کامران‌‌
  • Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Tanrı hakkındır, yaparsın.
  • ور تو ماه و مهر را گویی جفا ** ور تو قد سرو را گویی دوتا
  • Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm;
  • ور تو چرخ و عرش را خوانی حقیر ** ور تو کان و بحر را گویی فقیر 3910
  • Feleğe, arşa hor ve aşağı... madene, denize yoksul dersen,
  • آن به نسبت با کمال تو رواست ** ملک اکمال فناها مر تراست‌‌
  • Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü yokluklara kemal verip onlara eriştirme kudreti ancak senindir.
  • که تو پاکی از خطر و ز نیستی ** نیستان را موجد و معنیستی‌‌
  • Çünkü sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları ihtiyaçtan kurtaran sensin.
  • آن که رویانید داند سوختن ** ز آن که چون بدرید داند دوختن‌‌
  • Yetiştiren, yakmayı da bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir.
  • می‌‌بسوزد هر خزان مر باغ را ** باز رویاند گل صباغ را
  • Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı güllere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir.