English    Türkçe    فارسی   

2
170-194

  • پیشتر از نقش جان پذرفته‏اند ** پیشتر از بحر درها سفته‏اند 170
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler!
  • مشورت می‏رفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق‏
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • چون ملایک مانع آن می‏شدند ** بر ملایک خفیه خنبک می‏زدند
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
  • پیشتر ز افلاک کیوان دیده‏اند ** پیشتر از دانه‏ها نان دیده‏اند
  • Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
  • بی‏دماغ و دل پر از فکرت بدند ** بی‏سپاه و جنگ بر نصرت زدند 175
  • Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi.
  • آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است‏
  • O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
  • فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
  • Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
  • روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است‏
  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • دیده چون بی‏کیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • پیشتر از خلقت انگورها ** خورده می‏ها و نموده شورها 180
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır.
  • در تموز گرم می‏بینند دی ** در شعاع شمس می‏بینند فی‏
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • در دل انگور می را دیده‏اند ** در فنای محض شی را دیده‏اند
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفت‌پوش‏
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان‏ 185
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır.
  • مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
  • Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
  • چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است‏
  • Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
  • تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
  • Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
  • چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
  • Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
  • یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال‏ 190
  • Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
  • در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
  • Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
  • چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق می‏خواهد که بشکافد تنم‏
  • Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
  • همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری می‏کشم‏
  • Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
  • بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت‏
  • Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
  • کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است‏
  • O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.