English    Türkçe    فارسی   

2
1783-1807

  • عاقبت دریافت او را و بدید ** گفت مژده ده که دستوری رسید
  • Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: “Müjdemi ver! Allah’tan izin geldi.
  • هیچ آدابی و ترتیبی مجو ** هر چه می‏خواهد دل تنگت بگو
  • Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle!
  • کفر تو دین است و دینت نور جان ** ایمنی و ز تو جهانی در امان‏ 1785
  • Senin küfrün, din, dinin can nuru. Sen emniyete erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
  • ای معاف یفعل الله ما یشاء ** بی‏محابا رو زبان را بر گشا
  • Ey “Allah dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
  • گفت ای موسی از آن بگذشته‏ام ** من کنون در خون دل آغشته‏ام‏
  • Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanına bulandım.
  • من ز سدره‏ی منتهی بگذشته‏ام ** صد هزاران ساله ز آن سو رفته‏ام‏
  • Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öte gitmişim.
  • تازیانه بر زدی اسبم بگشت ** گنبدی کرد و ز گردون بر گذشت‏
  • Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, kâinatı aştı.
  • محرم ناسوت ما لاهوت باد ** آفرین بر دست و بر بازوت باد 1790
  • Nâsutumuzun mahremi Lâhut’u olsun artık. Aferin eline koluna!
  • حال من اکنون برون از گفتن است ** این چه می‏گویم نه احوال من است‏
  • Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim ahvalim değil.
  • نقش می‏بینی که در آیینه‏ای است ** نقش تست آن نقش آن آیینه نیست‏
  • Ayna da bir suret görürsün ya. Fakat o senin suretindir, aynanın değil.
  • دم که مرد نایی اندر نای کرد ** در خور نای است نه در خورد مرد
  • Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı, neyzenin harcı mı?” dedi.
  • هان و هان گر حمد گویی گر سپاس ** همچو نافرجام آن چوپان شناس‏
  • Kendine gel, kendine! Allah’ı övsen de bu övüşünü, çobanın lâyık olmayan övüşü gibi bil, öyle tanı.
  • حمد تو نسبت بدان گر بهتر است ** لیک آن نسبت به حق هم ابتر است‏ 1795
  • Senin övüşün, çobanın övüşüne nispetle daha iyidir. Ama Allah’a nispetle onun da değeri yok, onun da sonu gelmez.
  • چند گویی چون غطا برداشتند ** کاین نبوده ست آن که می‏پنداشتند
  • Ne vakte dek ben Allah’a hamlederim deyip duracaksın? Perde kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar.
  • این قبول ذکر تو از رحمت است ** چون نماز مستحاضه رخصت است‏
  • Allah’ı anışımın makul olması Allah rahmetindendir. Âdeta istihaze olan kadının namaz kılması gibi bir ruhsattan ibarettir.
  • با نماز او بیالوده ست خون ** ذکر تو آلوده‏ی تشبیه و چون‏
  • Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Allah’ı anışına da benzetiş ve zannediş bulaşmış!
  • خون پلید است و به آبی می‏رود ** لیک باطن را نجاستها بود
  • Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,
  • کان به غیر آب لطف کردگار ** کم نگردد از درون مرد کار 1800
  • Allah’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.
  • در سجودت کاش رو گردانی‏ای ** معنی سبحان ربی دانی‏ای‏
  • Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”nın manasına ereydin!
  • کای سجودم چون وجودم ناسزا ** مر بدی را تو نکویی ده جزا
  • “Allah’ım secdem de varlığın gibi sana lâyık değil. Sen, kötülüğe iyilikle mukabele et” diyeydin.
  • این زمین از حلم حق دارد اثر ** تا نجاست برد و گلها داد بر
  • Bu yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
  • تا بپوشد او پلیدیهای ما ** در عوض بر روید از وی غنچه‏ها
  • Bizim pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.
  • پس چو کافر دید کاو در داد و جود ** کمتر و بی‏مایه تر از خاک بود 1805
  • Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı, daha verimsiz olduğunu görüp,
  • از وجود او گل و میوه نرست ** جز فساد جمله پاکیها نجست‏
  • Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hatta bütün temizlikleri bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
  • گفت واپس رفته‏ام من در ذهاب ** حسرتا یا لیتنی کنت تراب‏
  • “ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;