English    Türkçe    فارسی   

2
2449-2473

  • این دعا هم بخشش و تعلیم تست ** گر نه در گلخن گلستان از چه رست‏
  • Bu dua da senin öğretmenledir, senin ihsanındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?
  • در میان خون و روده فهم و عقل ** جز ز اکرام تو نتوان کرد نقل‏ 2450
  • Kan ve bağırsak arasında kalmış olan anlayış ve akıl senin ikramından başka bir şey nakletmez ki,
  • از دو پاره‏ی پیه این نور روان ** موج نورش می‏زند بر آسمان‏
  • İki parça yağdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta.
  • گوشت پاره که زبان آمد از او ** می‏رود سیلاب حکمت همچو جو
  • Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta.
  • سوی سوراخی که نامش گوشهاست ** تا بباغ جان که میوه‏اش هوشهاست‏
  • Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte.
  • شاه راه باغ جانها شرع اوست ** باغ و بستانهای عالم فرع اوست‏
  • Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Âlemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret.
  • اصل و سرچشمه‏ی خوشی آن است آن ** زود تجری تحتها الأنهار خوان‏ 2455
  • Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen “ O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar” ayetini oku artık.”
  • تتمه‌ای نصیحت رسول صلی الله علیه و آله بیمار را
  • Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in hastaya nasihat etmesi hikâyesinin sonu
  • گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** چون عیادت کرد یار زار را
  • Peygamber, o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki:
  • که مگر نوعی دعایی کرده‏ای ** از جهالت زهربایی خورده‏ای‏
  • “Acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin?
  • یاد آور چه دعا می‏گفته‏ای ** چون ز مکر نفس می‏آشفته‏ای‏
  • Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?”
  • گفت یادم نیست الا همتی ** دار با من یادم آید ساعتی‏
  • Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi.
  • از حضور نور بخش مصطفا ** پیش خاطر آمد او را آن دعا 2460
  • Mustafa’nın nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.
  • همت پیغمبر روشن‏کده ** پیش خاطر آمدش آن گم شده‏
  • Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.
  • تافت ز آن روزن که از دل تا دل است ** روشنی که فرق حق و باطل است‏
  • Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönle açılmış olan pencereden parladı.
  • گفت اینک یادم آمد ای رسول ** آن دعا که گفته‏ام من بو الفضول‏
  • Dedi ki: “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, şimdicek duamı hatırladım.
  • چون گرفتار گنه می‏آمدم ** غرقه دست اندر حشایش می‏زدم‏
  • Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.
  • از تو تهدید و وعیدی می‏رسید ** مجرمان را از عذاب بس شدید 2465
  • Sen, suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin.
  • مضطرب می‏گشتم و چاره نبود ** بند محکم بود و قفل ناگشود
  • Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı.
  • نی مقام صبر و نه راه گریز ** نی امید توبه نه جای ستیز
  • Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkân.
  • من چو هاروت و چو ماروت از حزن ** آه می‏کردم که ای خلاق من‏
  • Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki: Ey yaratan Tanrı’m.
  • از خطر هاروت و ماروت آشکار ** چاه بابل را بکردند اختیار
  • Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
  • تا عذاب آخرت اینجا کشند ** گربزند و عاقل و ساحروش‏اند 2470
  • Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler.
  • نیک کردند و بجای خویش بود ** سهلتر باشد ز آتش رنج دود
  • İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
  • حد ندارد وصف رنج آن جهان ** سهل باشد رنج دنیا پیش آن‏
  • Ahiret azabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
  • ای خنک آن کاو جهادی می‏کند ** بر بدن زجری و دادی می‏کند
  • Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar, bedenine azap eder.