English    Türkçe    فارسی   

2
2827-2851

  • کز برای عز دین احمدی ** مسجدی سازیم و بود آن مرتدی‏
  • “Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Hâlbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
  • این چنین کژ بازیی می‏باختند ** مسجدی جز مسجد او ساختند
  • Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamber’in mescidinden başka bir mescit yaptılar.
  • فرش و سقف و قبه‏اش آراسته ** لیک تفریق جماعت خواسته‏
  • Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler. Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı.
  • نزد پیغمبر به لابه آمدند ** همچو اشتر پیش او زانو زدند 2830
  • Yalvararak Peygamber’in yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler.
  • کای رسول حق برای محسنی ** سوی آن مسجد قدم رنجه کنی‏
  • “Ey Allah Peygamberi, lütfedip o mescide kadar bir zahmet etsen;
  • تا مبارک گردد از اقدام تو ** تا قیامت تازه باد ایام تو
  • Kademlerinle kutlasan, günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun!
  • مسجد روز گل است و روز ابر ** مسجد روز ضرورت وقت فقر
  • Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi işte.
  • تا غریبی یابد آن جا خیر و جا ** تا فراوان گردد این خدمت‏سرا
  • Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konağında bolluğa ersin.
  • تا شعار دین شود بسیار و پر ** ز انکه با یاران شود خوش کار مر 2835
  • Bu suretle de din şiarı çoğalsın, etrafa yayılsın, dostlarla olunca acı yemiş bile hoştur.
  • ساعتی آن جایگه تشریف ده ** تزکیه‏ی ما کن ز ما تعریف ده‏
  • Bir an orayı şereflendir, bizi tezkiye et, diğer sahabeye bildir.
  • مسجد و اصحاب مسجد را نواز ** تو مهی ما شب دمی با ما بساز
  • Mescide, mescittekilere iltifat et, sen aysın, biz de gece. Bir an olsun bizimle ol da.
  • تا شود شب از جمالت همچو روز ** ای جمالت آفتاب جان فروز
  • Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş.!” dediler.
  • ای دریغا کان سخن از دل بدی ** تا مراد آن نفر حاصل شدی‏
  • Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
  • لطف کاید بی‏دل و جان در زبان ** همچو سبزه‏ی تون بود ای دوستان‏ 2840
  • Gönül istemeden ağza gelen lâtif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
  • هم ز دورش بنگر و اندر گذر ** خوردن و بو را نشاید ای پسر
  • Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.
  • سوی لطف بی‏وفایان هین مرو ** کان پل ویران بود نیکو شنو
  • Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
  • گر قدم را جاهلی بر وی زند ** بشکند پل و آن قدم را بشکند
  • Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
  • هر کجا لشکر شکسته می‏شود ** او دو سه سست مخنث می‏بود
  • Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
  • در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار 2845
  • O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
  • رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
  • Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
  • این دراز است و فراوان می‏شود ** و آن چه مقصود است پنهان می‏شود
  • Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
  • فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
  • Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
  • بر رسول حق فسون‏ها خواندند ** رخش دستان و حیل می‏راندند
  • Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
  • آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش‏
  • O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
  • شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد 2850
  • O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
  • می‏نمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
  • Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.