English    Türkçe    فارسی   

2
3010-3034

  • دزد سوی خانه‏ای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانه‏ی خود است‏ 3010
  • Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş!
  • گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
  • Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
  • آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است‏
  • O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
  • لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان‏
  • Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
  • نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب‏
  • Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
  • خاصه چرخی کاین فلک زو پره‏ای است ** آفتاب از آفتابش ذره‏ای است‏ 3015
  • Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre!
  • بیان آن که در هر نفسی فتنه‏ی مسجد ضرار است‏
  • Her an bir Mescidi Dırâr var
  • چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانه‏ی حیلت بد و دام جهود
  • Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
  • پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحه‏ی خاشاک و خاکستر کنید
  • Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
  • صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانه‏ها بر دام ریزی نیست جود
  • Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
  • گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست‏
  • Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
  • مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد 3020
  • Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi.
  • در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت‏
  • Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
  • پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرق‏ها و فصل‏هاست‏
  • Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
  • نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
  • Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
  • گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان‏
  • Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
  • بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار 3025
  • Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma.
  • بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی‏
  • Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
  • حکایت هندو که با یار خود جنگ می‏کرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست‏
  • Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
  • چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
  • Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
  • هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
  • Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
  • موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست‏
  • Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
  • گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز 3030
  • Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi.
  • آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
  • Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
  • آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن‏
  • Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
  • پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه‏
  • Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
  • ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
  • Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.