English    Türkçe    فارسی   

2
303-327

  • آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانه‏ی کشت کرده ریگ در
  • Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
  • و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
  • Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
  • بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور 305
  • “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan!
  • شد عصا اندر کف موسی گوا ** شد عصا اندر کف ساحر هبا
  • Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.
  • زین سبب عیسی بدان همراه خود ** در نیاموزید آن اسم صمد
  • İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Allah’ın o yüce adını belletmedi.
  • کاو نداند نقص بر آلت نهد ** سنگ بر گل زن تو آتش کی جهد
  • Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı?
  • دست و آلت همچو سنگ و آهن است ** جفت باید جفت شرط زادن است‏
  • Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.
  • آن که بی‏جفت است و بی‏آلت یکی است ** در عدد شک است و آن یک بی‏شکی است‏ 310
  • Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allah da şüphe yoktur.
  • آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین‏
  • İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
  • احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
  • Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
  • گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر می‏گرد از چوگان او
  • Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
  • گوی آن گه راست و بی‏نقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
  • Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
  • گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش‏ 315
  • Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
  • پس کلام پاک در دلهای کور ** می‏نپاید می‏رود تا اصل نور
  • Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
  • و آن فسون دیو در دلهای کژ ** می‏رود چون کفش کژ در پای کژ
  • Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
  • گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری‏
  • Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
  • ور چه بنویسی نشانش می‏کنی ** ور چه می‏لافی بیانش می‏کنی‏
  • İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
  • او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز 320
  • O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
  • ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دست‏آموز تو
  • Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
  • او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانه‏ی روستا
  • Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
  • یافتن پادشاه باز را به خانه‏ی کمپیر زن
  • Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
  • دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو می‏آرد بیخت‏
  • Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
  • تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
  • O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
  • پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد 325
  • Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.
  • گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
  • ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
  • دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
  • Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.