English    Türkçe    فارسی   

2
318-342

  • گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری‏
  • Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
  • ور چه بنویسی نشانش می‏کنی ** ور چه می‏لافی بیانش می‏کنی‏
  • İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
  • او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز 320
  • O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
  • ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دست‏آموز تو
  • Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
  • او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانه‏ی روستا
  • Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
  • یافتن پادشاه باز را به خانه‏ی کمپیر زن
  • Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
  • دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو می‏آرد بیخت‏
  • Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
  • تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
  • O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
  • پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد 325
  • Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.
  • گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
  • ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
  • دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
  • Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
  • مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق‏
  • Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
  • روز شه در جستجو بی‏گاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
  • Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
  • دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد 330
  • Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.
  • گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست‏
  • Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
  • چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
  • Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
  • این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانه‏ی گنده پیر
  • Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
  • باز می‏مالید پر بر دست شاه ** بی‏زبان می‏گفت من کردم گناه‏
  • Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
  • پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم‏ 335
  • Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın?
  • لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
  • Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
  • رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
  • Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
  • خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی‏
  • Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
  • چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
  • Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
  • هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا 340
  • Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer.
  • گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین‏
  • Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
  • باز گفت ای شه پشیمان می‏شوم ** توبه کردم نو مسلمان می‏شوم‏
  • Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.