English    Türkçe    فارسی   

2
3389-3413

  • جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان‏
  • Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
  • گفت یا رب دفع من می‏گوید او ** آن گرفتن را نشان می‏جوید او 3390
  • Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi.
  • گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش‏
  • Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
  • یک نشان آن که می‏گیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
  • Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
  • و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان‏
  • Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
  • می‏کند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی‏
  • Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
  • طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی‏ 3395
  • İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş!
  • ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
  • İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
  • دانه‏ی بی‏مغز کی گردد نهال ** صورت بی‏جان نباشد جز خیال‏
  • İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
  • بقیه‏ی قصه‏ی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ‏
  • O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
  • آن خبیث از شیخ می‏لایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
  • O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
  • که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی‏
  • “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
  • ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان‏ 3400
  • İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi.
  • شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی‏
  • Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
  • بنگر آن سالوس روز و فسق شب ** روز همچون مصطفی شب بو لهب‏
  • Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb gibi!
  • روز عبد الله او را گشته نام ** شب نعوذ بالله و در دست جام‏
  • Gündüz adı Abdullah, gece elinde kadeh, nezübillâh!”
  • دید شیشه در کف آن پیر پر ** گفت شیخا مر ترا هم هست غر
  • Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce “ Şeyhim, sen de mi aldatıcısın?
  • تو نمی‏گفتی که در جام شراب ** دیو می‏میزد شتابان ناشتاب‏ 3405
  • Sen, “Şeytan, şarap kadehine hemencecik işeyiverir” demez miydin?” dedi.
  • گفت جامم را چنان پر کرده‏اند ** کاندر او اندر نگنجد یک سپند
  • Şeyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sığmaz.
  • بنگر اینجا هیچ گنجد ذره‏ای ** این سخن را کژ شنیده غره‏ای‏
  • Bir bak hele, Buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış anlamışsın, aldanmışsın.
  • جام ظاهر خمر ظاهر نیست این ** دور دار این را ز شیخ غیب بین‏
  • Bu zâhiri şarap, zâhiri kadeh değil ki. Onu, gaybı bilen şeyhten uzak bil.
  • جام می هستی شیخ است ای فلیو ** کاندر او اندر نگنجد بول دیو
  • Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır. Oraya Şeytan’ın sidiğine asla yol yok!
  • پر و مالامال از نور حق است ** جام تن بشکست نور مطلق است‏ 3410
  • O varlık, Allah nuruyla dolu, hem de dudağına kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır.
  • نور خورشید ار بیفتد بر حدث ** او همان نور است نپذیرد خبث‏
  • Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur”
  • شیخ گفت این خود نه جام است و نه می ** هین به زیر آن منکرا بنگر به وی‏
  • Şeyh bu sözleri söyledikten sonra “Bu, ne kadehtir, nasıl şarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi.
  • آمد و دید انگبین خاص بود ** کور شد آن دشمن کور و کبود
  • Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O manasız düşmansa kör oldu, bir şey göremedi.