English    Türkçe    فارسی   

3
119-143

  • او همی‌بیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
  • O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
  • حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خون‌ریز شد 120
  • Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
  • مرغ بی‌هنگام شد آن چشم او ** از نتیجه‌ی کبر او و خشم او
  • Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
  • سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
  • Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
  • هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
  • Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
  • عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
  • Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
  • می‌شمارد می‌دهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف 125
  • Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.
  • گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
  • Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
  • پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
  • Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
  • در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
  • Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
  • عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
  • Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
  • وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد 130
  • O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz.
  • بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
  • Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
  • خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
  • Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
  • گورخانه و قبه‌ها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
  • Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
  • بنگر اکنون زنده اطلس‌پوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
  • Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
  • در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او 135
  • Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur.
  • از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشه‌ها او زار زار
  • Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
  • و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
  • Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
  • بازگشتن به حکایت پیل
  • Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
  • گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
  • Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
  • با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیل‌بچگان کم روید
  • Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
  • من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح 140
  • Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
  • من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
  • Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
  • هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
  • Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
  • این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
  • Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.