English    Türkçe    فارسی   

3
363-387

  • بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
  • Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
  • باقی قصه‌ی اهل سبا
  • Seba’lılar hikâyesi
  • آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
  • Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
  • باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال 365
  • Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
  • که نمی‌باید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم می‌شوی
  • Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
  • لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
  • Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
  • پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
  • Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
  • ما نمی‌خواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
  • Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
  • شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
  • Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
  • یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
  • İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
  • فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
  • Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
  • قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
  • Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
  • نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
  • Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
  • خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی 375
  • Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
  • آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
  • Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
  • چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
  • Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
  • ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع می‌شدند
  • Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
  • قصد خون ناصحان می‌داشتند ** تخم فسق و کافری می‌کاشتند
  • Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
  • چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان 380
  • Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
  • گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
  • eksik
  • چشم بسته می‌شود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
  • Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
  • مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
  • O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
  • سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
  • Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
  • گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد 385
  • Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi?
  • او نمی‌دانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
  • Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
  • گوسفندان بوی گرگ با گزند ** می‌بدانند و بهر سو می‌خزند
  • Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.