English    Türkçe    فارسی   

3
3796-3820

  • گفت بر خیزم هم‌آنجا واروم ** کافر ار گشتم دگر ره بگروم
  • Diyordu ki, yine oraya gideyim, kâfir olmuşsam bile tekrar imana geleyim.
  • واروم آنجا بیفتم پیش او ** پیش آن صدر نکواندیش او
  • Oraya varayım da yerlere döşeneyim; o iyi düşünceli Sadr’ın huzurunda kendimi yerlere atayım.
  • گویم افکندم به پیشت جان خویش ** زنده کن یا سر ببر ما را چو میش
  • Diyeyim ki: İşte canımı önüne attım. İster dirilt, ister koyun gibi kes başımı!
  • کشته و مرده به پیشت ای قمر ** به که شاه زندگان جای دگر
  • Ey ay yüzlü, senin huzurunda kesilip ölmek, başka yerde dirilere padişah olmaktan yeğ.
  • آزمودم من هزاران بار بیش ** بی تو شیرین می‌نبینم عیش خویش 3800
  • Ben bin kere, hatta daha da fazla sınadım, anladım: sensiz yaşamam pek acı, tahammül edilir şey değil!
  • غن لی یا منیتی لحن النشور ** ابرکی یا ناقتی تم السرور
  • Ey emelim, maksadım sevgili, sur üfürür gibi nağmelerle terennüm et de beni dirilt… Ey devem, çök artık… Neşe tamamlandı!
  • ابلعی یا ارض دمعی قد کفی ** اشربی یا نفس وردا قد صفا
  • Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Ey nefis, iç o tatlı suyu, bulanıklığı geçti, duruldu artık!
  • عدت یا عیدی الینا مرحبا ** نعم ما روحت یا ریح الصبا
  • Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Merhaba ey seher yeli! Bize dostun kokusunu getirdin, ne güzel de estin ya!
  • گفت ای یاران روان گشتم وداع ** سوی آن صدری که امیرست و مطاع
  • Dostlar, dedi, ben gidiyorum, elveda. Ben o emîre, o emrine itaat edilen Sadr-ı Cihan’a gidiyorum.
  • دم‌بدم در سوز بریان می‌شوم ** هرچه بادا باد آنجا می‌روم 3805
  • Anbean onun aşkıyla, onun ayrılığıyla yanmaktayım… Artık ne olursa olsun, gidiyorum ben!
  • گرچه دل چون سنگ خارا می‌کند ** جان من عزم بخارا می‌کند
  • Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bir hale gelse bile ruhum yine Buhara’ya gitmek istiyor.
  • مسکن یارست و شهر شاه من ** پیش عاشق این بود حب الوطن
  • Orası sevgilimin konağı, padişahımın şehri; benim vatanım orası… Âşıklara vatan sevgisi budur!
  • پرسیدن معشوقی از عاشق غریب خود کی از شهرها کدام شهر را خوشتر یافتی و انبوه‌تر و محتشم‌تر و پر نعمت‌تر و دلگشاتر
  • Bir mâşukun, garip âşığına “Şehirlerden hangi şehri daha güzel buldun, Hangi şehir daha kalabalık, daha büyük? Hangi şehrin nimetleri daha bol, hangi şehir daha ziyade iç açıcı” diye sorması
  • گفت معشوقی به عاشق کای فتی ** تو به غربت دیده‌ای بس شهرها
  • Bir güzel, âşığına dedi ki: Yiğidim, gurbette birçok şehirler gördün.
  • پس کدامین شهر ز آنها خوشترست ** گفت آن شهری که در وی دلبرست
  • Hangi şehir daha ziyade hoşuna gitti. Âşık, “Sevgilinin oturduğu şehir”
  • هرکجا باشد شه ما را بساط ** هست صحرا گر بود سم الخیاط 3810
  • Padişahımız, nereye yaygısını yayar, oturursa orası, iğne deliği kadar dar bile olsa bize sahra gelir.
  • هر کجا که یوسفی باشد چو ماه ** جنتست ارچه که باشد قعر چاه
  • Ay gibi Yusuf neredeyse orası, kuyunun dibi bile olsa cennettir.” dedi.
  • منع کردن دوستان او را از رجوع کردن به بخارا وتهدید کردن و لاابالی گفتن او
  • Dostlarının, Buhara’ya gitme diye âşığı menetmeleri ve hiçbir şeye aldırış etmeksizin ulu orta sözler söyleme diyerek tehdit eylemeleri
  • گفت او را ناصحی ای بی‌خبر ** عاقبت اندیش اگر داری هنر
  • O âşığa da öğütçünün biri dedi ki: “Ey bihaber, aklın varsa işin sonunu düşün.
  • درنگر پس را به عقل و پیش را ** همچو پروانه مسوزان خویش را
  • Aklını başına devşir de işin önüne, sonuna dikkat et. Pervane gibi kendini yakıp yandırma!
  • چون بخارا می‌روی دیوانه‌ای ** لایق زنجیر و زندان‌خانه‌ای
  • Delicesine Buhara’ya gidersen zincire vurulmaya, hapishaneye atılmaya lâyıksın.
  • او ز تو آهن همی‌خاید ز خشم ** او همی‌جوید ترا با بیست چشم 3815
  • Sadr-ı Cihan, sana kızgın… Âdeta demir çiğnemede, dişlerini gıcırdatıp durmada. Seni yirmi gözle bekliyor.
  • می‌کند او تیز از بهر تو کارد ** او سگ قحطست و تو انبان آرد
  • Senin için bıçak bileyip duruyor. O âdeta kırlıkta kalmış bir köpek, sense unla dolu dağarcıksın!
  • چون رهیدی و خدایت راه داد ** سوی زندان می‌روی چونت فتاد
  • Allah, bir fırsat verdi, kurtuldun… Sonra da zindana gidiyorsun ha… Ne oldu sana?
  • بر تو گر ده‌گون موکل آمدی ** عقل بایستی کز ایشان کم زدی
  • Sana on çeşit memur dikseler bile onlardan kaçıp gizlenmen lazım; akıl, bunu emreder.
  • چون موکل نیست بر تو هیچ‌کس ** از چه بسته گشت بر تو پیش و پس
  • Hâlbuki senin başında tek bir memur bile yok. Neden böyle önden, arttan yolun bağlandı?”
  • عشق پنهان کرده بود او را اسیر ** آن موکل را نمی‌دید آن نذیر 3820
  • Gizli aşk, onu esir etmişti. O öğütçü, o korkutucu o gizli memuru görmüyordu ki!