English    Türkçe    فارسی   

3
394-418

  • طعمه‌ی گرگیم و آن یار نه ** هیزم ناریم و آن عار نه
  • Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.
  • حمیتی بد جاهلیت در دماغ ** بانگ شومی بر دمنشان کرد زاغ 395
  • Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları harabeye döner.
  • بهر مظلومان همی‌کندند چاه ** در چه افتادند و می‌گفتند آه
  • Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.
  • پوستین یوسفان بکشافتند ** آنچ می‌کردند یک یک یافتند
  • Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer birer buldular.
  • کیست آن یوسف دل حق‌جوی تو ** چون اسیری بسته اندر کوی تو
  • O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır.
  • جبرئیلی را بر استن بسته‌ای ** پر و بالش را به صد جا خسته‌ای
  • Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de.
  • پیش او گوساله بریان آوری ** گه کشی او را به کهدان آوری 400
  • Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp
  • که بخور اینست ما را لوت و پوت ** نیست او را جز لقاء الله قوت
  • Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun. Hâlbuki ona Allah vuslatından başka gıda yoktur.
  • زین شکنجه و امتحان آن مبتلا ** می‌کند از تو شکایت با خدا
  • O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allah’a şikâyet ederek der ki:
  • کای خدا افغان ازین گرگ کهن ** گویدش نک وقت آمد صبر کن
  • “ arabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
  • داد تو وا خواهم از هر بی‌خبر ** داد کی دهد جز خدای دادگر
  • Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’tan başka kim feryada erişir ki.
  • او همی‌گوید که صبرم شد فنا ** در فراق روی تو یا ربنا 405
  • O “Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti.
  • احمدم در مانده در دست یهود ** صالحم افتاده در حبس ثمود
  • Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salih’im.
  • ای سعادت‌بخش جان انبیا ** یا بکش یا باز خوانم یا بیا
  • Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan. Ya beni öldür, ya kendine çağır yahut da sen gel!
  • با فراقت کافران را نیست تاب ** می‌گود یا لیتنی کنت تراب
  • حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
  • Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
  • حق همی‌گوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به 410
  • “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der.
  • صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همی‌کوشم پی تو تو مکوش
  • Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
  • بقیه‌ی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
  • Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
  • شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
  • Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
  • قصه‌ی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
  • Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
  • روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
  • Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
  • از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد 415
  • Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
  • هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی می‌زدند
  • Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
  • همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
  • Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
  • آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
  • O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.