English    Türkçe    فارسی   

3
722-746

  • پس بر آمد پوستش رنگین شده ** که منم طاووس علیین شده
  • Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı.
  • پشم رنگین رونق خوش یافته ** آفتاب آن رنگها بر تافته
  • Postu boyanmış, pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu.
  • دید خود را سبز و سرخ و فور و زرد ** خویشتن را بر شغالان عرضه کرد
  • Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü.
  • جمله گفتند ای شغالک حال چیست ** که ترا در سر نشاطی ملتویست 725
  • Hepsi de “A çakalcık, bu ne hâl? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun.
  • از نشاط از ما کرانه کرده‌ای ** این تکبر از کجا آورده‌ای
  • Neşeden âdeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler.
  • یک شغالی پیش او شد کای فلان ** شید کردی یا شدی از خوش‌دلان
  • Fakat çakallardan biri “Sen ya hile yapıyorsun yahut da hakikaten bir neşeye sahip oldun, neşeliler arasına katıldın.
  • شید کردی تا به منبر بر جهی ** تا ز لاف این خلق را حسرت دهی
  • Mimbere çıkmaya, lâfla ulu görünüp bu halkı, kendine meftûn etmeye kalkıştın.
  • بس بکوشیدی ندیدی گرمیی ** پس ز شید آورده‌ای بی‌شرمیی
  • Bir hayli çalıştım, fakat bir aşk, bir hararet görmeyince hileye sapıp utanmazlığı ele aldım” dedi.
  • گرمی آن اولیا و انبیاست ** باز بی‌شرمی پناه هر دغاست 730
  • Doğruluk ve yanıp yakılma, velilere âdettir. Utanmazlık da her aşağılık kişinin sığındığı bir sanat.
  • که التفات خلق سوی خود کشند ** که خوشیم و از درون بس ناخوشند
  • Bu suretle neşeliyiz diye halkı kendilerine çekerler ama iç yüzlerine bakılırsa hiç de hoş değildirler.
  • چرب کردن مرد لافی لب و سبلت خود را هر بامداد به پوست دنبه و بیرون آمدن میان حریفان کی من چنین خورده‌ام و چنان
  • Yalan dâvalarda bulunan birisinin her sabah bir kuyruk parçasıyla dudağını, bıyığını yağlayıp “Ben şunu yedim, bunu yedim” diye dostlarının arasına çıkması
  • پوست دنبه یافت شخصی مستهان ** هر صباحی چرب کردی سبلتان
  • Aşağılık bir adam, bir kuyruk parçası buldu. Her sabah bıyıklarını onunla da yağlar,
  • در میان منعمان رفتی که من ** لوت چربی خورده‌ام در انجمن
  • Devlet sahiplerinin yanına varıp “Evde yağlı yemek yedim” der,
  • دست بر سبلت نهادی در نوید ** رمز یعنی سوی سبلت بنگرید
  • Sözünün doğruluğunu ispat için de, bıyıklarıma bakın gibilerden eliyle bıyıklarını sıvazlar.
  • کین گواه صدق گفتار منست ** وین نشان چرب و شیرین خوردنست 735
  • “İşte sözümün doğruluğuna şahit... Bıyıklarım, yağlı, yağlı şeyler yediğime delil” demek isterdi.
  • اشکمش گفتی جواب بی‌طنین ** که اباد الله کید الکاذبین
  • Karnı ise sessiz, sadasız “Allah, yalancıların düzenini kurutsun!
  • لاف تو ما را بر آتش بر نهاد ** کان سبال چرب تو بر کنده باد
  • Senin lâfın bizi ateşlere yaktı. O yağlı bıyığın kökünden kopsun.
  • گر نبودی لاف زشتت ای گدا ** یک کریمی رحم افکندی به ما
  • A yoksul, şu kötü dâvan olmasaydı belki bir kerem sahibi bize acırdı.
  • ور نمودی عیب و کژ کم باختی ** یک طبیبی داروی او ساختی
  • Yahut da noksanını, yoksulluğunu söyleseydin, bu yalanları, bu düzenleri düzüp koşmasaydın, bir doktor çıkarda derdine deva ederdi.” derdi.
  • گفت حق که کژ مجنبان گوش و دم ** ینفعن الصادقین صدقهم 740
  • Allah ”Ey eğri adam, kulağını, kuyruğunu sallama. Doğrulara, doğrulukları fayda verir” dedi.
  • گفت اندر کژ مخسپ ای محتلم ** آنچ داری وا نما و فاستقم
  • A cenabet, mağarada eğri büğrü yatma. Neyin varsa göster, “doğrul, doğru ol”
  • ور نگویی عیب خود باری خمش ** از نمایش وز دغل خود را مکش
  • Ayıbını söylemiyorsan bari sus, gösterişte, hileyle kendini öldürme!
  • گر تو نقدی یافتی مگشا دهان ** هست در ره سنگهای امتحان
  • Bir para elde ettiysen ağzını açma. Yolda sınama taşları var.
  • سنگهای امتحان را نیز پیش ** امتحانها هست در احوال خویش
  • Sınama taşlarının önünde de halli hallerine sınamalar var, onlar da imtihanlara tabi!
  • گفت یزدان از ولادت تا بحین ** یفتنون کل عام مرتین 745
  • Allah, “Doğumdan bu ana kadar onlara her iki kere sınanırlar” dedi.
  • امتحان در امتحانست ای پدر ** هین به کمتر امتحان خود را مخر
  • Babam, imtihan içinde imtihan var. Derlen toplan da ufacık bir imtihanla kendini satma!
  • آمن بودن بلعم باعور کی امتحانها کرد حضرت او را و از آنها روی سپید آمده بود
  • Bâbûr oğlu Bel’am’ın Allah imtihanlarından yüzü ak çıkacağına emin olması